Cumhuriyetimizin ilanının 101. yılını ulusça “idrak ediyoruz.”
Kutlu olsun!
Lakin, idrak etmekle idrak arasında büyük fark var.
Bu büyük fark, cumhuriyet rejimini benimseme, ona sahip çıkma, koruma ve savunma konularında, yurttaşlar arasında çok değişik yaklaşımlar oluşturabiliyor.
Kimi, içten bir cumhuriyetçi olduğunu düşünüp ona göre davranmaya, çocukluktan beri bellediği “ilke ve devrimlere” sahip çıkmaya çalışıyor.
Kimi ise, şu aşamada belki de cumhuriyete karşı olduğunu açıklamak için “henüz” cesaretini toplayamadığından, utangaç cumhuriyetçi görünümünde.
Böylelerinin yaklaşımları “ama”larla, “fakat”larla dolu!
(Bu arada cumhuriyete evet ama, bu kadarı yetmez diyen bazıları da epeydir piyasada hizmet sunmaktalar!)
Bunların yanında, pek çok alanda dini referansların geçerli olduğu son yirmi yıldır, açıktan cumhuriyete karşı olanlar, başarıları kuşkulu son dönem Osmanlı padişahlarını kahraman ilan edenler, özünde Arap yönetim biçimi olan halifeliğin geri gelmesini isteyenler de az değil!
Memlekette cumhuriyet var; hatta Anayasanın değişmez-değiştirilemez hükümleriyle güvence altında çok şükür de, birileri çıkıp “değiştirilemez hükümler değiştirilmeli” diye bir köşeden laf ortaya atıyorlar.
Sonra, “bu konu tartışmaya kapalıdır, kırmızı çizgimizdir” nidaları arasında ortalık toz dumanken, bakıyoruz ki çaktırmadan tartışma çoktan başlamış bile!
Yok efendim, olmaz böyle bir şey, millet asla razı olmaz, değiştirilemez maddelere kimse dokunamaz, bu tartışılamaz derken, farkında olmadan konu tartışılmaların ana gündem maddesine dönüşmekte!
Çaktırmadan!
Zira, tartışılamaz konuların tartışılamaz olduğunu ne kadar çok kişi söylerse, konuyu gündeme getiren cumhuriyet düşmanları, büyük keyifle, kendi düşüncelerini tekrar edeceklerdir.
Bunun anlamı, ne derseniz deyin, tartışma başlamıştır bile!
* * *
“İdrak etme” dediğimiz sözcüğün, iki anlamı var demiştik.
Birincisi algılamak, kavramak, anlamak diye geçiyor sözlüklerde.
İkinci anlam ise, ulaşmak, erişmek olarak tanımlanıyor.
Giriş cümlemiz, özünde ikinci tanıma daha uygun görünüyor.
Yani, “cumhuriyetimizin kuruluşunun 101. yılına ulaşmış bulunuyoruz” demek, teknik olarak doğrusu gibi.
Ancak, idrak sözcüğünün “algılamak, kavramak, anlamak şeklindeki tanımı da Cumhuriyet sözcüğüyle birlikte kullanılamaz mı?
Örneğin, “101. yılı idrak ederken cumhuriyetin mana ve ehemmiyetini idrak da ediyoruz” gibi!
Yani, “yüzbirinci yılına ulaşmış cumhuriyetimizin anlam ve önemini, kuruluş ilkelerine uygun biçimde algılamaktayız” şeklinde.
Acaba, dünyadaki tüm bireysel, toplumsal, bölgesel, küresel değer, anlayış ve yaklaşımların defalarca değiştiği, imparatorlukların yerle yeksan olduğu, sistemlerin kurulup yıkıldığı, emperyalist gücün yeni ülkelerin eline geçtiği 101 yıl içinde böyle “tek tip” bir algılamanın olanağı var mı?
Hele, Türkiye toplumunun defalarca sosyal yaşantı ve siyasal sistemler açısından bu süre zarfında kaç kez alt üst olduğu, kaç kez kendisini “hayatın normal akışı” dışına çıkaran darbeler, rejim değişiklikleri gibi zorlayıcı şoklarla karşılaştığı düşünüldüğünde…
Hele hele, cumhuriyetin erken döneminde toplumu geliştirmek, modernleştirmek, daha iyi bir ekonomiye sahip kılmak, eğitim düzeyini, okuma yazma oranını artırmak gibi atılımlara nasıl taş koyulduğu aklımıza geldiğinde…
Bu coğrafyada, yüz yıllardır her türlü ilerlemeye karşı koyan kemikleşmiş, reddiyeci gericiliğin kalkışmalardan cinayetlere varan çabaları anımsandığında…
Bütün bunlara rağmen, asli faillerin yaptıklarına bahane yaratmaya çalışan yalanları, iftiraları, demagojileri kafa karıştırırken…
Cumhuriyeti ve olup biteni doğru kavrayıp doğru idrak etmek mümkün mü acaba?
Yanlış anlaşılmasın, elbette herkesin anlayışı, inancı, kavrayış biçimi değişik olabilir.
Lakin, olup bitenin, gelip geçenin ne derece ülkenin ve halkın yararına olduğu, toplumsal yaşam bakımından ne derece “daha iyi” gelişmelere yol açtığı bellidir.
Örneğin, artık ülkeyi düşmanlara teslim etme noktasına gelmiş bir hanedanın yönetiminin mi, yaşandığı dönemin yarattığı eksiği ile gediği ile kendisini “halk idaresi” diye tanımlayan bir yönetim biçiminin mi doğru olduğu tartışılabilir mi?
Üstelik eğer, bu yönetim biçimi, işgalci düşmana karşı kurtuluş savaşı örgütleyerek, halkın bu savaşa katılımını sağlayarak kurulmuşsa.
Unutmamalı ki, bin bir türlü güçlüğe, yokluğa yoksulluğa karşı kurtuluş savaşını yapanlar, bir de o dönemin işgal altındaki İstanbul’unda düşmana biat etmiş padişah ve atadığı yöneticilerin yolladığı Kuvayı Seyyare adlı ihanet şebekelerinin saldırılarıyla karşılaşmıştır.
Sonunda padişah işgalci emperyalizme sığındı, kurtuluş savaşını zaferle taçlandıralar cumhuriyeti kurdu.
Cumhuriyet, yüzde 95’i okuma yazma bilmeyen, dünyadaki teknolojik gelişmelerin hiçbirinden nasibini almamış, uzun yıllardır savaşlarda çocuklarını kaybetmiş yoksul bir halka dayanarak kurulmuştu.
Kısa sürede sağlanan ilerlemeler de hangi yönetim biçiminin daha doğru olduğunu açıkça göstermişti.
İster idrak deyin, ister algılama, rejimin adeta sıfırdan modern toplum yaratma yolundaki erken dönem başarısı, pek çok yurttaş için hüzünlü bir nostalji haline dönüşmüş durumda.
Ne yazık ki, bu erken dönem sonrası yapılan pek çok eylem cumhuriyet düşmanlarına mevzi kazandırdı.
Tek teselli, bu düşman çevrelerin tüm iç ve dış desteklerine rağmen, kısa sürede cumhuriyeti yıkma gücüne henüz uzak olmaları.
Halkın çok önemli bir kesiminin cumhuriyet değerlerine sahip çıkması.
Cumhuriyet değerlerine titizlikle sahip çıkması gereken siyasal oluşumları yönetenlerin, popülizmin, demagojinin, günlük çıkar hesaplarının bataklığında çırpınmaları da bu olguyu değiştiremiyor; görünen o.
101 yıldır dünya haritası defalarca değişmesine, ülkelerin kuzey-güney, doğu-batı diye bölünmesine, süper güçler oluşup başka süper güçlerin yok oluşuna, ülkeyi yok edecek bir dünya savaşı katılmadan atlatılırken ekonomik sıkıntılarının kâbus gibi çökmesine rağmen bu cumhuriyet ayakta kalabildi.
Umarız, bunca iç ve dış saldırıya karşın ayakta durmada devam edecek.