Son günlerde 2016 yılının büyüme rakamı olan yüzde 2,9’luk oran bazı siyasiler ve cilacı medya mensupları tarafından akıl almaz şekilde şişiriliyor. Aynen kırıklarla dolu karnesini aldıktan sonra beden eğitimi, resim ve müzik derslerinden aldığı yüksek notları öne çıkartan öğrenciler gibi…
İşsizlik almış başını gitmiş, enflasyon çift rakamlarda yükselme trendine girmiş, paranız değer yitirmiş, dış borcunuz ciddi boyutlara ulaşmış, cari açığınız kronikleşmiş, kişi başı geliriniz 9 yıldır yerinde sayıyor ama siz büyümüşsünüz.
Hay ömrünüze bereket emi!
Kısaca bu bize büyüme ile kalkınmanın aynı şey olmadığını gösteriyor.
Bir fıkra var; rakibinden devamlı dayak yiyen boksöre antrenörü habire “çok iyi gidiyorsun, adam sana hiç vuramıyor, yakında onu düşüreceksin” deyip duruyormuş.
Maçın ilerleyen raundlarının birinde boksör dayanamayıp antrenörüne; “ben rakibimi dövüyorsam, beni kim dövüyor?” diye sormuş.
Sanayici şikâyet ediyor, perakendeci ve tedarikçi sıkıntılı, turizmi söylemeye gerek yok. Büyümenin lokomotifi inşaat olmuş, onda da şişme ve zora giren şirketler var. Her türlü kampanyaya rağmen, plansız ve kontrolsüz büyüyen sektörün eritemediği stok 1 milyona dayanmış.
TÜİK yeni hesaplama yöntemi ile 2016’ya ait milli gelir istatistiklerini yeniledi. Revizyon sonucunda; 2016 ikinci çeyrek için daha önce yüzde 4,5 olarak açıklanan büyüme yüzde 5,3’e çıktı, üçüncü çeyrek için daha önce yüzde 1,8 olarak açıklanan küçülme de yüzde 1,3 küçülme olarak değişti. Verileri elinde tutanlar bu düzeltmede haklı olabilirler, bunu bizim değerlendirmemiz mümkün değildir. Ancak şu soruma cevap arıyorum. Sanayi sektöründe üçüncü çeyrek haricinde üretim miktarı her dönem artmış gözükürken, sanayi istihdamı yıl boyunca düşmüş gözüküyor.
Acaba üretim artarken istihdam nasıl düşebiliyor?
Daha da önemli bir hususa değinmek istiyorum. Başta Suriyeliler olmak üzere ülkemizde bulunan mültecilerin resmi nüfus istatistiklerinde yer almamaları sebebiyle, kişi başına düşen milli gelir rakamı gerçekte olduğundan yüksek görünmektedir.
TÜİK tarafından düzeltilmiş 2016 yılı istatistiklerinde; milli gelir 856,9 milyar dolar, kişi başı gelir ise 10,807 dolar olarak açıklandı. Esas alınan nüfusun da 79,3 milyon olduğu anlaşılıyor.
Ülkemizde bulunan 3 milyon Suriyelinin yüzde 10’u barınma merkezlerinde yaşıyor.
2,7 milyon kişi ise emek piyasasında ya kayıt dışı olarak çalışıyor, ya da kendi kurdukları şirketlerde varlıklarını sürdürüyorlar. Neticede mülteciler gittikleri ülkenin milli gelirine katkı yapıyorlar. Sadece Suriyeli sayısının bile nüfusumuza oranı yüzde 3,8 iken, milli gelirin yüzde 2,9 artmasında hiç mi katkıları yok?
Nüfusa dâhil değiller ama cismen buradalar. Millî gelire katkıları var ama milli gelirden aldıkları pay gözükmüyor. Böyle hesap olur mu?
Nüfusumuz 79 milyon olabilir ama her şeyi 82 milyon olarak paylaşıyoruz.
Bu genç nüfusla ve bu nüfus artışıyla her yıl ortalama yüzde 6-7 civarında büyümek zorundayız. Resmi kayıtlara göre 3,9 milyon işsizimiz var ve işsizlik oranı yüzde 12,7.
Resmî olmayan işsiz sayısının ise 5 milyona ulaştığı ifade ediliyor. Yani her yıl 1 milyon kişiye iş bulma zorunluluğu var.
Mart ayında yıllık enflasyon oranı yüzde 11,29 düzeyinde gerçekleşti. Daha da tırmanma ihtimali var. Yılbaşı’nda; maliyet kökenli enflasyonun, talepte canlanma olmaması sebebiyle ekonomiyi stagflasyona doğru götürdüğünden bahsetmiştim. Üç ay sonra geldiğimiz noktada bile maliyet baskılarının hâlâ tümüyle fiyatlanamadığını görmek durumundayız. Yükselişin devam edeceğini, yılsonundaki tek haneli enflasyon tahmininin ise hayalden ibaret olduğunu rahatça söyleyebilirim.
Peki tek haneli enflasyonun olamadığı yerde tek haneli faiz olabilir mi?
Vatandaş reel faizin olmadığı yerde parasını bankaya getirir mi?
Dolayısıyla sistem bütün ayarları kendi içinde yapar, “ben yaptım oldu” diyen de mevduat sahibini altına, dövize yollar.
Şimdi bu durumda dolara, euroya olan talebi kim artırıyor acaba?
Bankalarda bulunan her 100 liralık mevduatın 46 lirası döviz cinsindendir. Bunun sebebi; faiz oranlarını yeterli bulmayan mevduat sahiplerinin ve döviz cinsinden borcu bulunanların korunma içgüdüleridir.
Dolayısıyla çoğunluğu rahatlatmayan bir ekonomik büyüme sadece istatistikî veridir. Ekonomik kalkınma ise toplumun yaşam standartlarındaki iyileşmedir.