Yıllar önce Işık Kansu ile bir dizi röportaj için çocuk yuvası ve yetiştirme yurtlarını gezdik. Dertlerini dinledik, sesleri olmaya çalıştık. “Müdür baba” dedikleri fedakâr, yoksul, idealist eğitimcilerle tanıştık. “Geleceğimizin güvencesi çocuklarımız için hizmet, yurdumuzda lüks sayılıyor” diyorlardı, ilgisizlikten yakınarak. Ayaş Yetiştirme Yurdu’nda kendilerine emanet edilen çocuklarıyla birlikte çile çekiyorlardı. “Çocuklar kurban bayramından kurban bayramına et yüzü görüyorlar. Yurdun istihkakı verilmediği için çocuklar gündüzleri hamallık yapıp esnafın malını taşıyorlar, üç-beş kuruş karşılığında” diyorlardı. Müdür Baba, “İnsanlar cahil. Kimisi aileleri tarafından terk edilmiş, kimisi ailelerini kaybederek kimsesiz kalmış bu çocukları uğursuz sayıyorlar. Müftü, bayramda ‘Yetiştirme yurdunu da ziyaret edelim’ diyenleri, ‘ben o piçlerin ayağına gitmem’ diye reddediyor” dediğinde inanamamıştık çektikleri çileye. Tarihi çok iyi hatırlıyorum, ertesi gün 23 Nisan Çocuk Bayramı’ydı ve Ayaş Yetiştirme Yurdu’nun eğitimcileri, çocuklarıyla birlikte açlık grevindeydiler seslerini “yetkililere” duyurabilmek için. Çocuklardan birinin gözleri de, sözleri de çivi gibi çakıldı beynime. “Abi, bizi sokaktan alıp sokağa bırakıyorlar” demişti. 18 yaşını dolduran, mevzuata göre yurtta kalamıyordu artık. O kadar doğru söylemişti ki acı gerçeği, sokaktan alınıp, sokağa bırakılıyorlardı. Aradan 36 yıl geçmiş, biz hâlâ aynı yerdeyiz! “18 yaş çok erken” diye kampanyalar açıyoruz.
“Yetkililer” duymazdan geliyorlar, umurlarında bile değil. Su akıp, çatlağını buluyor. Şansı olan çocuklar bir baltaya sap oluyorlar. Kimisi ucundan kenarından otopark mafyasına tutunup karnını doyuruyor, başını sokacak bir dam altı buluyor, kimisi suça bulaşıp sonu belirsiz karanlık bir dünyaya yelken açıyor. Bazıları da “iyi yürekli insanların” verdiği bir hırka bir lokmayla yazı geçirip, kışı geçirecek kadar ufak bir suçla cezaevini mesken tutuyor. Bazılarımız için hayat bu kadar acımasız, bu kadar sert, bu kadar dayanılmaz, bu kadar adaletsiz işte!
Birçoğunuz bu gerçekleri belki de ilk kez duyuyorsunuz. Çünkü ulusal gazetelerde, ulusal televizyonlarda bu tür haberler yer bulamıyor. Haberleri yapılsa da çöpe atılıyor. “18 yaş çok erken” diyerek bu çocuklara sahip çıkmak gerekiyor.
Sahip çıkılmazsa, sahip çıkamazsak, başkaları sahip çıkıyor. Ensar Vakfı dün kurulmadı, Kaimder de öyle. Fethullahçıların Işık Evleri’ni duymayanınız var mı? Burnunuzun dibinde, kendi apartmanınızda, hatta kendi apartmanınızda bile yok muydu bu evlerden? 45 çocuğa tecavüz olayı ortaya çıkmasaydı yine duymayacaktık. Bir araştırın, Ensar Vakfı’na benzeyen, aynı dağın yeli olanların kurduğu birçok vakıf, birçok öğrenci yurdu olduğunu göreceksiniz. Halkın dinî duygularını sömürerek o kadar büyük paralar topluyorlar ki, inanamazsınız. Bu öğrenci yurtlarında, öğrenci evi kisvesindeki vakıf evlerinde çocuklar her türlü tehlikeyle burun buruna. İşte Ensar Vakfı ve Kaimder örneği!
Hükümetten bir şey beklemeyin! Onlar, vekilinden bakanına kadar sahip çıkmaları gerekene sahip çıkıyorlar. “Soruşturmaya bile gerek yok” onlara göre. Bakan kameraların karşısına geçip, “bir kere rastlandı diye Ensar Vakfı’nı karalamayın” diyerek tecavüz olayını örtbas etmeye çalışıyor. Muhalefet, ayağına gelen topları bile iki çevirip iktidara paslayarak muhalefet yapıyormuş gibi gözüküyor. Yani kimseden fayda yok. Bu din sömürücüsü vakıfların takipçisi olun, imza kampanyaları düzenleyin, korkmayın, üstüne gidin. Örgütlenin, sosyal medyayı kullanın, dayanışma içinde olun. Atatürk’ün “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözünü hatırlayın. Meydanı din simsarlarına bırakmayın!