Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, Ahmet Hakan’ın, “Bu Faruk Bildirici, Hürriyet’ten ayrıldı ama gönlü, kafası, aklı, fikri Hürriyet’te. Kopamıyor bir türlü. Kişisel kariyerini ‘Hürriyet’in Bekçi Murtaza’sı’ olarak tamamlamaya ant içmiş. Yazık valla. Üzülüyor insan.” ifadelerine, “Medya eleştirileriyle gazetecilik mesleğine katkıda bulunmaya çalışıyorum. Ama Ahmet Hakan, eleştiriyi hoşgörüyle karşılayıp değerlendirmek yerine bana sıfat takıyor, hakaret etmeye kalkıyor. Hakareti ve sıfat yakıştırmayı kendinde hak görüyor; sanırım bu bir kişilik sorunu.” diyerek yanıt verdi.
Faruk Bildirici’nin “Böyle bir Hürriyet’te ne aklım kalır ne gönlüm” başlıklı yazısı şöyle:
Medya eleştirileriyle gazetecilik mesleğine katkıda bulunmaya çalışıyorum. Ama Ahmet Hakan, eleştiriyi hoşgörüyle karşılayıp değerlendirmek yerine bana sıfat takıyor, hakaret etmeye kalkıyor. Hakareti ve sıfat yakıştırmayı kendinde hak görüyor; sanırım bu bir kişilik sorunu.
Medya ombudsmanı olarak 176 yazı yazmışım bugüne kadar, bunların 10 kadarı doğrudan Hürriyet hakkında. Birkaç da Tweet atmışım. Demek ki, benim asıl takıldığım, peşine düştüğüm Hürriyet değil, tüm medyadaki etik sorunlar. Ahmet Hakan’ın iddiasının aksine Hürriyet ve Ahmet Hakan orada küçük bir nokta.
Ahmet Hakan’ın Hürriyet’i
Ahmet Hakan yönetimindeki Hürriyet’in nasıl bir gazete olduğunu hatırlatayım;
Hürriyet, 45 gazeteciyi sırf sendikalı oldukları için tazminatsız olarak işten atan ne genel yayın yönetmeninin ne de anlı şanlı yazarlarının 2 yıldır yargıda dahi hiçbir haklarını alamayan bu gazetecilere sahip çıkabildiği bir gazete.
Hürriyet, patronu Demirörenlerin, Ziraat Bankası’ndan aldığı milyonlarca dolar krediyi geri ödemek yerine vergi cennetleri üzerinden para kaçırıp Londra’da gayrimenkul satın aldığı iddiasının Pandora Belgeleri’nde ortaya çıkmasını tek satır haber yapamayan bir gazete.
Hürriyet, patronu Demirörenlerin, Ziraat Bankası’ndan aldığı krediler için “bankacılık sırrı” ardına sığınıp açıklama yapmayan ama borcunu -yeni ödeme koşullarıyla- yapılandırmak istediğini yazan Reuters’a gizli kaynağını açıklaması baskısı yapan; bunu da haber yapıp gizli kaynakla ilgili gazetelik ilkelerini yok sayan bir gazete.
Hürriyet, gazetedeki köşesinde 16 Kasım 2018’de “Yatak asla sadece yatak değildir” diye yazarak yatak reklamı yaptığı için Reklam Kurulu’ndan “örtülü reklam” cezası verdiren yazarını Genel Yayın Yönetmeni yapan bir gazete.
Hürriyet, damat Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan istifa ettiği haberini emir beklediği 27 saat boyunca veremeyen bir gazete.
Ayaydın’ın yazısı mı gerçek, sözü mü?
Liste uzayabilir ama bu örnekler yeterli. Böyle bir gazetede ne gönlüm ne de aklım kalabilir. Zaten eskiden de bunları eleştirdiğim, gerçek bir Okur Temsilcisi olarak yazmaya devam etmek istediğim için Hürriyet’ten atıldım. İtiraz etmeseydim vitrin süsü olarak kalacaktım. Artık benim derdim, daha iyi gazetecilik için Medya Ombudsmanlığı’nın kurumsallaşmasında.
Gelelim Aydın Ayaydın’ın yazısına. Bir yazının sonunda “yazdıklarım pembe rüyadan ibaret” denmişse bir gazeteci bu ifade yokmuş gibi davranamaz. Ama Ahmet Hakan, bu ifadeyi ne programında izleyicilere aktardı ne de ilk yazısında bahsetti. Pembe rüya ifadesini gizleyerek, okurunu ve izleyicisini aldattı.
Aydın Ayaydın, yazısının sonuna “Derken birden uyanıverdim. Sabah uyanınca bütün bu yazdıklarımın pembe bir rüyadan ibaret olduğunu gördüm” diye yazmışsa, sonra da Ahmet Hakan’a “tamamen kulis bilgilerine dayalı bir yazı” demişse hangisine inanmak gerek? Yazısına mı, eleştirimin ardından söylediği sözlere mi? Okur sormaz mı, iyi de o zaman yazının neresi kurgu, neresi gerçek?
Ahmet Hakan’ın T24’te “düzeyli magazin” köşesinde yazıları kaleme alan değerli hocam Tuğrul Eryılmaz için söylediklerine ve hakaretine de, Hürriyet’teki köşesinde ondan sık sık sitayişle bahseden, alıntılar yapan Ertuğrul Özkök’ün yanıt vermesini bekliyorum.