https://www.ıps-journal.eu/regions/global/article/show/economiç-health-andpublic-helath-arent-equal-4192
COVID-19’a rağmen Trump, insanları mümkün olduğu kadar kısa zamanda çalıştırmaya başlatmak istiyor. Bu sadece toplumlarımızdaki çarpık öncelik anlayışının göstergesi
Michael DAVIES-VENN
26 Mart 2020
International Politics and Society
Çev: Ali TARTANOĞLU
Dünyadaki hükümetler ve onların bağımsız olduğu söylenen merkez bankaları, COVID-19 salgınına verilecek karşılıkta aynı yanlışı yapıyor.
Politikacıların, hem özel teşebbüs hem halk sağlığı karşısında son derece açık-belirgin bir görevi var. Ama virüs salgını sosyal öncelikler sorununa karşı eşsiz bir fırsat yaratmışken, bu şans kriz ortamında eşit etkiye sahip ama zıt iki amaç arasındaki tercih sorunu yüzünden kaybedilebilir: Halk sağlığının korunması… Ekonomik büyüme…
ABD şu anda bu yaklaşımın en kötü örneğini sergiliyor. Dünya Sağlık Örgütü WHO, sayısı artan bulaşmaların ABD’yi küresel salgının merkezine oturtabileceğini belirtti. Başkan Trump ise aynı gün “Amerika en kısa zamanda, en geç Paskalya’da yeniden üretime, yeniden çalışmaya başlayacak. Paskalya çok özel bir gün… Amerikan ekonomisinin belkemiklerinden biri olan perakende satışlarla, yaklaşan bir tatille ve COVID-19’la mücadelede yardım için Amerikalılara gönderilen 1.200’er dolarla Paskalya, ‘şifanın, hastalıktan beter olmasına izin’ veremeyeceğimiz için doğru bir zamanlama olarak görünüyor” dedi. Ekonomik tedaviyi gerçekleştirmek için, Cumhuriyetçi bir milletvekili de “ölüm oranı çok düşük… Hadi yeniden çalışmaya başlayalım” diyordu.
Ama toplumlar, sürekli “ekonominin sağlığından” söz eden politikacıların ve bankacıların yarattığı karmaşaya dayanamaz. Dil, içinde bulunduğumuz durumda insan için verili ekonomik faaliyetlere katkıda bulunan değerleri yansıtır. Çok uzun zamandır, belli bir zorluk düzeyine kadar, insan sağlığıyla “ekonomik sağlığın” eşit olduğu bir karmaşayla birlikte yaşadık.
Nereye bakılırsa bakılsın, model her yerde aynı…
Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’e göre, sağlık malzemeleri üreterek ve araştırmaları ilerletip hızlandırarak virüsün yayılmasını sınırlandırmaya odaklanmak gerekiyor. Michel “COVID-19’u kontrol altına almak, zapt etmek için çaba harcanmayacak; olumsuz etkiyi azaltabildiğimiz ölçüde ekonomilerimizi olası tahribattan koruyacağız” dedi açıkça. Aynı günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron aynı konuşmanın içinde tam altı kez “savaşta” olduklarını açıkladı. “Gözle görülür, tanımlanamamış, ilerleyen” COVID-19 düşmanına rağmen Macron Fransızlara “ekonomik hayatı, Fransa’yı etkilediği sürece, etkilediğine göre, hangi büyüklükte olursa olsun hiçbir firma iflas riskiyle karşı karşıya kalmayacak” güvencesini verdi.
Alman Şansölye Angela Merkel de “Ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduklarını” açıkladı. Hemen ardından, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “ekonominin ilerlemeye devam etmesi için ne gerekiyorsa yapmaya yoğunlaşmalıyız” dedi; virüsün yayılmasını yavaşlatmaya azami önemin verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
“Ne gerekiyorsa” ne demek?
Alman hükumeti, Kalkınma Bankası KfW üzerinden sermayeye sınırsız borç sağlanmasını yüzde 80’e kadar serbest bıraktı. Fransız hükümeti, doğrudan vergi indirimi ve doğrudan devlet ödemeleri için 45 milyar Avro; işletmelere de 300 milyar Avro’ya kadar borç teminatı sağladı. İspanya’da hükümet, borçları ve teminatları için şirketlere 100 milyar Avro ayırdı. İtalya hükumeti “İtalya’ya şifa” programıyla, virüsün ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerine karşı 25 milyar Avro tahsis etti.
Amerikan senatosu vatandaşlarına yaklaşık 2 trilyon dolar, işletmelere ve fonlara da sağlık malzemesi ve maske için borç ve bağış sağlanmasını onayladı. ABD Merkez Bankası “Federal Reserve Bank’ı güçlendirmek için” 6 trilyon dolar verdi. Bütün bu miktarlar, gıdaya erişim, ücretli izin ve aşı testleri için ayrılan 187 milyar doların dışında… ABD hükümeti vadesi gelmiş 300 milyar dolarındaki verginin ödemesini de erteledi.
Politikacıların bu kamu-halk sağlığı krizinden alacakları ilk ders, kesenin ağzını açmaktır. Meselenin özünde, bir yandan ekonomik büyümeyi sağlarken öte yandan insan sağlığını koruma yollarını arayan ortodoks tedbirler geliştirilmesi yatıyor.
ABD Merkez Bankası bankalar arası borçlanmalardaki faiz oranını düşürdü; bankalara olan kısa vadeli borçların miktarını, “repo operasyonları” denilen uygulama kapsamında 500 milyar dolarlık üç takside yaydı ve faiz oranlarını yüzde “0.25’e indirdi. Amerikan hükümeti bankaların öneri ve planlarını, FED’in, hükumetin teminatsız ticari kredi satın almak için kullanacağı kısa vadeli kredi programına 10 milyar dolar sağlayarak incelemeden, tereddütsüz onaylıyor.
Avrupa’da ise, Avrupa Merkez Bankası bu yılın sonuna kadar devam edecek 750 milyar Avro değerinde Salgın Acil Satın Alma Programı (PEPP) ilan etti. Bu program, “varlık satın alma” yerine konan 120 milyar Avro’ya eklendi ve bankalar üzerindeki kısıtlamalar yumuşatıldı.
Nihayet Kanada, Avustralya, Brezilya, Danimarka, İngiltere, Japonya merkez bankaları, Avrupa Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası, Meksika, Norveç, Güney Kore, Singapur, İsveç, İsviçre Merkez Bankası, Yeni Zelanda satın alma masraflarını azaltma konusunda anlaştı.
Bütün bu görüşmeler, tartışmalar, müzakereler ve ekonomik istikrar çabaları elbette çok dikkate değer, takdire şayandır. Kuşkusuz esas amaç, tüketici talebini güçlendirerek ekonomilerin “sağlığını” korumak; üretim ve iş akışını sürdürmek, büyük çaplı iflaslardan ve işsizlikten kaçınmak, para akışını üreticilerin üretmesini, tüketicilerin tüketmesini sağlayacak şekilde sağlamak… Bütün bu amaçlar, dünya çapında bir halk sağlığı krizinin tam ortasında gerçekleştirilmek zorunda… Ama bu arada COVID-19 kayıpları çoğalıyor. İnsanlar kredi yetersizliğinden ölüyor.
COVID-19’un verdiği beş ders
Ancak, “neye mal olursa olsun…” yahut “ne gerekiyorsa…” ezberi, bu koşullarda bir ekonomik dogma!.. Bu nedenledir ki politikacıların bu halk sağlığı krizinden çıkaracağı ilk ders kesenin ağzını açmak zorunda olmaları. Bu meselenin özünde insan sağlığını korurken ekonomik büyümeyi de sağlayacak ortodoks ekonomik önlemler alınması yatıyor. Bu yaklaşımın başarısı, sorunları daha da kötüleştirmeden ümit etmeye bağlı… Ya aşı hemen geliştirilmeli, ya da “ne pahasına olursa olsun” ninnisi becerebiliyorsa ekonomileri sakince yeniden hayata döndürmeli… Bu yöntemlerden herhangi biri uygulanmazsa, bir virüsün ekonomilerimizde ne büyük tahribat yarattığı konusunda ders alınmayacaktır.
Birinci genel ders, ekonominin toplumumuzun bir parçası olduğudur. Serbest piyasa canavarı, önce topluma hizmet etmek zorundadır. Mesela, politikacıların bir türlü öğrenemediği kamulaştırma korkularını öğrenmeleri, tanıyıp yüzleşmeleri şarttır. İspanya hükümetinin bütün özel hastaneleri kamulaştırdığı söyleniyor. Bu karar, kendi kendini düzenlediği söylenen piyasanın, insan sağlığına hükmettiğinin itirafıdır. Bir insan sağlığı krizi döneminde, liberalleşme ve özelleştirmeden uzaklaşıp kamulaştırmaya yönelen İspanya örneği, insan sağlığını ekonomik büyümeden üstün görmek için gerekli düzeltici, ıslah edici önlemlerin bir örneğidir. İspanya’daki enfeksiyon korkusu, sağlık hizmetlerine kısıtsız erişimin teminat altına alınmasıyla azalacaktır. Toplumsal ihtiyaçları piyasa ekonomisi şartlarına değil, ekonomiyi toplumsal ihtiyaçlara tabi kılmak, İtalyan hükümetini, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin belirttiği üzere “mutlaka gerekli olmayan bütün üretici faaliyetleri kapatmaya” yöneltti.
İnsan hayatının merkezde olduğu şu günlerde, ekonomik sistemin kırılganlığının boyutunu öğrenmek, kavramak, görmek de bütün toplumlar için büyük bir fırsat…
İkincisi, ekonomik büyüme için ‘istihdam’ yeterli bir koşul olabilir; ama ‘insan sağlığı’ gerekli, zorunlu, olmazsa olmaz bir koşuldur. Öyleyse politikacılar insan sağlığının daima ekonomik faaliyetten öncelikli olduğunu dikkate almayı öğrenmelidir. Bu ise sadece, bu virüsün yayılmasını bugün durdurmak dahil, krizden sonra da devam etmek üzere insan sağlığını korumak, halk sağlığını özel sektörden ayırmak, sağlık hizmeti sunma sistemlerini kamulaştırmak için “ne gerekiyorsa yapma” konusunda yoğunlaşmak demektir.
Üçüncüsü, insan sağlığını korumak, ölümlerin artmasını önlemek için özel sektörü derhal ve mutlaka iflastan korumak şart değildir. Bu ikisinin doğrudan, hatta hiçbir alakası yoktur. Özel sektörü, sözde artırılan bir avuç önlemle kontrol etmeye çalışmanın, kamu sağlığının artan taleplerini karşılamaya yetmeyeceği açıktır. Hükümetler, sadece halk sağlığıyla ilgili yasal önlemlerle, yani sadece yasal görevlerini yerine getirerek de halk sağlığını korumayı başarabilir.
Dördüncüsü, halk sağlığına yönelik küresel bir salgın sırasında tüketici talebini kuvvetlendirmenin olumlu sonu doğuracağı inancı büyük ölçüde mitlere, efsanelere dayalıdır. COVID-19, ekonomik istikrarın halk sağlığı için bir mucizevi çözüm olmadığını göstermiştir. Tüketici talebini koruyup güçlendirmek için gerekli şartlar yaratılabilse bile, halk sağlığı önlemleri, bu başarıyı sıfırlayacak şekilde insanların evde kalmalarını gerektiriyor.
Beşincisi, COVID-19, merkez bankacılarının ve politikacıların farklı işlevsel roller icra ettikleri safsatasının bir kenara bırakılması şansını da veriyor. Gerçek, merkez bankacılarının ekonomik hedeflerinin politik amaçlardan ayrılamayacağıdır. Politikacılar toplumlarındaki rollerini, işsizliğin niye azaldığının öncelikli olduğu şeklindeki, büyük ölçüde ekonomik kavramlarla algılar. Bu ise, rollerinin geniş anlamdaki tanımlamasını zorlayarak halk sağlığını, özel sektör faaliyetlerinin üstüne koymalarını sağlar.
İnsan hayatının temelde olduğu günümüz koşulları, bütün toplumlar için ekonomik sistemin ne kadar kırılgan olduğunu öğrenmek için de büyük bir fırsattır. Yeni bir virüs, ekonomik faaliyeti pek çok yönde ve son derece hızlı bir şekilde azalttı. Bu iflasın ortasında yapılması gereken doğru şey, hayatımızı görülmedik biçimde sımsıkı kısıtlayan ekonomik paradigmanın bu ölçekte bir kriz ortamında yeterli sosyal koruma sağlayıp sağlamadığını sorgulamaktır. Ekonomik büyüme sabit fikri, halk sağlığına öncelik veren endişeler tarafından baskılanmalıdır. Ölüm ve ölmeye uygun asgari namus, bu küresel halk sağlığı krizinden yararlanmak ve bu hayati dersleri, halk sağlığı için, ekonomik büyümenin bileşik sarmalını kırmak için öğrenmektir.
Michel Davies Venn: Kamu politikası analisti ve iletişim uzmanı… Gelişmiş ve gelişmekte olan bölgeler arasında iklim hafifleştirmesi ve iklim uygulama önlemleri başta olmak üzere küresel çevre yönetişimi konularında çalışıyor. Amsterdam Vrije Üniversitesinde doktor öğretim görevlisi…
ULUSLARARASI POLİTİKA VE TOPLUM
Uluslararası Politika ve Toplum (International Politics and Society), çok daha eski bir mirasa sahip genç bir gazetedir. Ocak 2017’de kurulmuş olan online gazete, küresel eşitsizliğe ışık tutmakta ve çevre, Avrupa bütünleşmesi, uluslararası ilişkiler, sosyal demokrasi ve kalkınma politikası gibi konularda yeni perspektifler sunmaktadır. Merkezi, Friedrich-Ebert Vakfı’nın Brüksel bürosunda bulunan International Politics and Society güresel bir izleyici kitlesine Avrupa çapında bir siyasi tartışma ortamı sunmanın yanında Küresel Güneyden seslere de bir platform sağlamaktadır. Katkıda bulunanlar arasında önde gelen gazeteciler, akademisyenler ve politikacıların yanı sıra dünyanın farklı yerlerindeki Friedrich Ebert Vakfı ağı içinde çalışan politika yetkilileri de vardır.
Gazete sosyal demokrasi değerlerine bağlı olmakla birlikte, geniş bir perspektifler yelpazesini de kapsamaktadır. Yazılar FEV’in değil, yazarlarının görüşünü yansıtır.
FRIEDRICH EBERT VAKFI: Federal Almanya Cumhuriyeti hükümeti tarafından kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir vakıftır. Bonn ve Berlin’de iki merkezi vardır. 1925 yılında kurulan Vakıf, Almanya’nın demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Friedrich Ebert’e atfen bu ismi almıştır. Sosyo-politik ve ekonomik kalkınmanın sosyal demokrat anlayış içinde laik eğitim, araştırma ve uluslararası işbirliği yoluyla sağlanması görüşünü benimser. Almanya’nın en eski siyasi vakfıdır.