Bir rastlantı, önceki yazımın konusuydu “Türkiye’nin gerçek muhasebesi”. TÜRK-İŞ bir rapor hazırladı ve kayıt dışı nedeniyle devletin kayıplarını rakamlarla açıkladı. Bu rapora göre yaklaşık 4,5 milyon kişi kayıt dışı istihdam ediliyor. Devletin bu nedenle uğradığı zararın tahmini karşılığı ise 16,1 milyar YTL. Bu yalnızca işçi-işveren SSK primi, işçi gelir-damga vergisi ve işçi-işveren işsizlik sigortası priminin karşılığı. Yine bu rapora göre, kayıt dışı istihdamın özellikle aile işçiliği, kendi hesabına çalışanlar ve yevmiyeli çalışanlarda yüksek olduğu belirtilerek, 2004 yılında Türkiye’de istihdam edilenlerin % 53’ünün herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kaydının bulunmadığı vurgulanıyor.
Raporda yer alan rakamlar, sözünü ettiğim “Türkiye’nin gerçek muhasebesi”nin verileri. Çalışan, daha doğrusu iş bulup çalışma mutluluğunu yakalayan insanlarımızın bile yarısından fazlası sosyal güvenceden yoksun, bakmakla yükümlü oldukları yakınları da! Bir kazaya uğrarlarsa işverenin insafına ya da olanaklarına bağlıdır ortada kalmamak. Kargatulumba bir arabanın arka koltuğuna atılır, hastane hastane dolaştırılır. Sosyal güvencesi olmadığı için hiçbir hastane kabul etmez can pazarındaki zavallıyı. Bir yakınına senet imzalatarak kabul eder bir hastane, sonra da okuruz gazetelerde, ilaç ve tedavi masraflarını ödeyemediği için rehin kaldığını.
Yakın çevrenizde son ekonomik kriz sırasında işsiz kalan, SSK primi ödememek için resmen işten çıkartılıp fiilen çalışmaya devam eden, bu yetmezmiş gibi o güne kadar almakta olduğu ücretin yarısına çalışmayı kabul eden insanlar olmuştur eminim. Çünkü başka çareleri yoktu. Ekonomi durma noktasındaydı ve sigorta primleri ağır gelmeye başlamıştı işverene. Ya sigortasız çalışmayı kabul edeceklerdi ya da işsiz kalacaklardı. Ya yarım maaşla çalışmayı seçeceklerdi ya da aralarından birkaç arkadaşlarının işsiz kalmasını… İşsiz kalmaktansa sigortasız çalışmayı, arkadaşlarının işten atılmaması içinse yarım maaşa razı olmayı seçtiler kuşkusuz. Üretimi duran fabrikalarda işveren “Sokağa çıkmayın, masraf yapmayın, bizden haber bekleyin. Üretime başladığımızda işlerinize tekrar kavuşacaksınız” diyerek işçileri evlerine uğurladılar. Üretimin durmasıyla ortada kalan işçilerin bir kısmı “ücretsiz izinli” sayıldı. Olanağı olan işverenler ise üretim yapmadıkları halde işçilerine yarım maaş ödemeye devam ettiler.
Tam bu günlerde ne oldu hatırlıyor musunuz? Maliye bakanı bir müjde verdi, yüzünden hiç eksik olmayan gülücüklerle. SSK primleri arttırılmıştı! Hükümetin aldığı bu karar tam deyimiyle “tüy dikmek” olarak adlandırılabilirdi ancak. Ekonomik kriz nedeniyle zaten ayakta zor duran işverenler ise çareyi havlu atmakta buldular. Üretimi durdurarak üretim giderlerinden, ellerindeki malları zararına satarak ise stok maliyetlerinden kurtuldular. SSK primleri arttırılınca da işçileri toptan işten çıkarttılar ve SSK primi, işçi ücreti gibi masraflar da bitmiş oldu. Bildiğimiz, resmî ağızlardan duyduğumuz, istihdam yaratmak için kişi başına yapılması gereken yatırımın 50 bin dolar olduğudur. Bu rakamın çarpanı her yıl doğal olarak artmaktadır. Ortalama her yıl 700 bin insanımız daha iş arayanlar kervanına katılmaktadır. Devletin en önemli sorumluluklarından biri, istihdam yaratmaktır. Hükümetlerin görevi, aldığı ekonomik kararlarla yeni işyerleri, fabrikalar açılmasını teşvik etmek, iş olanakları yaratmaktır, olanı yok etmek değil!