Konuyu kolay anlaşılabilir kılmak için önce ‘merdiven altı üretim’ derken neyi ifade etmek istediğimi açıklarsam daha iyi olur.
Halk arasında bilinen tarifi; “Bir ürünün, uygun olmayan sağlıksız koşullarda, kurallara aykırı biçimde üretilmesidir. Bu kişilerin üretim belgeleri yoktur ve kaçak olarak üretim yaparlar. Üretilen bu mallar sağlığa zararlıdır.”
Evet bu tanım doğrudur ama eksiktir. Bu tür üreticilerin ürünlerine çarşıda pazarda çok sık rastlıyoruz zaten…
Bahsedeceğim kesim bunlar değil!
Üretim belgesi olan ve sağlıklı koşullarda üretim yapma imkânı bulunduğu halde yasal olmayan yollarla üretim yapan işletmelerdir.
Kurumlarda ve toplumda, bu sağlıksız sonuçları gündelik sıradan olaylardan sayma ve kabullenme alışkanlığını yaratan da bu tip üreticilerdir.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ‘taklit ve tağşiş’ listelerinde devamlı yer alan ve bu özellikleri ile şöhret sahibi olan üreticiler mevcuttur!
Ve her şey normalmiş gibi de üretime devam etmekteler…
Ege Bölgesinde bulunan bir üretici, her listede en az 4-5 çeşit ürünü ile yer almasına rağmen bunu adeta üretim stratejisi haline getirmiş!
Cezayı ödüyor ve bildiği yoldan ilerlemeye devam ediyor…
Kurumsal web sitesine girdiğinizde; modern bir tesis görüyorsunuz. Tereyağı, eritme peynir, bal, helva, tahin, pekmez, fındık kreması, reçel; hepsi aynı tesiste üretiliyor. Kalite Yönetim ve Gıda Güvenliği Yönetim Sistemlerine, Helal Belgesine sahip olduklarını da açıklıyorlar.
Peki böyle bir firmanın; hem balının, hem tereyağının, hem de eritme peynirinin aynı sağlıksız ürünler listesinde yer alması normal görülebilir mi?
Ve her listede bu yasadışılık devam edebilir mi?
Ve de buna rağmen hâlâ ürünlerini satacak müşteri bulabilir mi?
Nihai tüketici sorun etmediği sürece maalesef bulabilmekteler…
Üstelik hatanın kabulü de söz konusu değildir!
Diyorlar ki; “kusurlu ürünlerimizi yayınlıyorsunuz, tetkik sonucu sağlam çıkan ürünlerimizi de yayınlasanıza…”
Yani tüketiciye sağlıklı ürün piyangodan çıkacak. Bir işletmeden 100 adet numune alınsa ve 95’i sağlam çıksa, bunun için teşekkür edilmez, 5 adet bozuğun hesabı sorulur.
“Efendim kötü niyet yok, hata olarak kabul edilsin.”
Bal içine şeker şurubu, natürel sızma zeytinyağı içine ucuz yağ, peynir ve tereyağı içine bitkisel yağ, dana sucuk içine kanatlı eti, çay içine gıda boyası hata sonucu giremez. Ancak düşünerek, önceden tasarlanarak üretim hattına getirilir ve ürün içeriğine dahil edilir.
İşte bunun için ‘merdiven altı üretim’ bir zihniyet meselesidir ve üretim yerinden ziyade üreticinin düşünce tarzı ile ilgilidir.
Amaç halk sağlığına uygun üretim yapmaksa, çok mütevazı şartlara sahip işletmelerde bile sağlıklı prosedür gerçekleştirmek mümkündür. Ve bu işletmelere ‘merdiven altı’ etiketini yapıştırmak büyük haksızlıktır. Bu konuda Anadolu’da bolca olumlu örneğe rastlamak mümkündür.
Bir seyyar köfteci düşünelim; semt kasabının başında durarak, her günkü kalite seviyesini koruyacak eti çektiriyor. Bir de yüksek kiralı bazı kebapçıların, lahmacun içine sakatat (baş eti, taşlık, karaciğer) karıştırdığını bilelim.
Bunlardan hangisini merdiven altı üretim sayacağız?
Sucuk alırken artık ‘gurme’, ‘halis’ gibi güven vermeyi hedefleyen ek sıfatlara ve kaliteli ambalaja da kanmamayı öğreneceğiz. Çünkü, sağlıksız ürün sadece adı sanı duyulmamış, kıyıda köşede kalmış ilkel işletmeden çıkmıyor. Çıksa da onu elemek çok kolay, zira ürün kendisi bağıra bağıra söylüyor zaten.
Peki bu durumda iyileri kim bulup çıkartacak?
Perakendeciler değil mi?
Ama aynı ‘taklit tağşiş’ listelerinde kendi özel markalı ürünleri ile devamlı yer alan ulusal süpermarket zincirimiz de var, arada sırada özel markaları ile yer alan indirim marketlerimiz de bulunuyor.
Peki nerde kaldı o kalite kontrol departmanları?
Çalışmayı başlatmadan önce üretim yeri denetimini ve sağlam sözleşmeyi yeterli gören ve sadece fiyat baskısını sürekli hale getiren satın alma departmanlarının hiç kalite sorumluluğu yok mu?
Bakanlığın kontrol edip açıkladığı ayıplı ürünü bile rafta bulundurmayı sürdüren yönetim tarzları, bu tip üretici işletmelerin cesaretini artırıyor.
Bir başka tuhaflık da; ayıplı ürünleri konusunda hiçbir açıklama yapmayan süpermarket zincirinin insert içinde özel markalı ürünleri için indirim duyurularına en geniş yeri ayırmasıdır. Oysa ürün tağşişli ise ucuzluğun ne önemi olabilir ki…
Eğer tüketici de bu soruyu kendisine sormadan alışverişe devam edecekse, bozuk zincir aynı şekilde dönmeye devam edecektir.
Caydırıcı büyük cezalar gelmeden, perakendeci ve tüketici gereken hassasiyeti göstermeden bu ayıplı ürünler engellenemez.
Görüyoruz ki; para cezaları asla caydırıcı olamıyor. Üretimden ve ticaretten men etme ile hapis cezaları belki yeterli olabilir. Yeni yasa teklifinde yer alması olumludur.
Teşhir etmek iyidir ama o da caydırıcı değildir. Markayı değiştirip aynı sağlıksız üretime devam eden çok fazla örnek görmekteyiz. Ancak etrafta bu duruma şaşıranlara da fazla rastlamıyoruz.
Hatta hem tağşişli üretim yapıp, hem de “markam zarar görüyor” diyerek teşhir edilmekten şikâyetçi olan sorunlu zihniyetle de çok karşılaşıyoruz.
Dolayısıyla şirket unvanının ve markanın değiştirilmesi kolay olmamalıdır.
“Hep kayıtlı işletmelere gidiliyor, diğerlerinin yaptıkları yanlarına kâr kalıyor” tezine de katılamıyorum. Çünkü üretim belgesi olmayanı veya kaçak üretim yapanı satış noktası denetiminden geriye giderek tespit etmek mümkündür. Yani hiç kimse üretimi yapıp kalabalığa karışamaz. Sağlıksız üründe top mutlaka birisinin kucağında kalır. Yeter ki, denetim elemanı kadroları ihtiyaca paralel olarak genişletilebilsin.
Bu sorunların artmasında, yüksek enflasyonun ve yüksek vergilerin de payı olduğunu kabul etmek zorundayız. Son günlerde sahte rakıdan ölümlerin artması, bu konuda da bir şeyler yapılmasını gerekli kılıyor.