Köşe yazarlarının okurlarına karşı sorumlulukları vardır. Ama bazılarının, doğrusunu bilmeden, araştırmadan, sormadan, öğrenmeden, Mehmet Metiner’in dediği gibi “yazıvermek” gibi alışkanlıkları var ne yazık ki? İnternetin olmadığı dönemlerde araştırmak daha zordu. “Yazıverdikleri” yanlışlar, yalanlar başka bir köşe yazarından yedikleri şamarla yüzlerine vurulurdu. Birikimi olmadan köşe yazarı olmak çok kolay değildi. Olanlar yok muydu? Olmaz mı hiç? Onlar o dönemde de vardı, bugün de varlar, yarın da olacaklar.
Bu konuda ilk aklıma gelen isim, Nazlı Ilıcak’tır. İlk sabıkası (benim hatırladığım) 16 Şubat 1980 tarihli Tercüman Gazetesi’ndeki köşe yazısındandır. Cumhuriyet’te çalıştığım dönemde gazeteye çok erken giderdim. Bir gün önce yaşadığımız olayları sağ basının nasıl gördüğünü merak eder ve Tercüman’dan başlardım günlük gazeteleri okumaya. O sabah, ilk gözüme çarpan Nazlı Ilıcak’ın vahim denilebilecek hatası oldu. Polonya’dan girmiş, Sovyetler Birliği’nde Bolşevikler-Menşevikler arasında şöyle bir dolaşıp Kuzey Kore’den çıkmış. Yalnız Sovyetler Birliği’nde dolaşırken Menşeviklerle Bolşevikleri birbirine karıştırmış, okurlarının daha iyi anlaması için de “Diğer grup azınlıkta olduğu için Bolşevik adını almıştır. Rusça Bolşevik, azınlık demektir” açıklamasını eklemeyi ihmal etmemiş. Uğur Abi geldi, gülerek “Abi okudun mu Nazlı Ilıcak’ın yazısını?” diye sordum. Şöyle bir göz attı, gazeteyi de aldı ve gülerek gitti odasına. Nazlı Ilıcak’ın yanlışını düzeltmek ona düştü tabii. 18 Şubat 1980 tarihli Cumhuriyet’te “İşte sistem!” başlığıyla yayınlanan yazısı yenilir yutulur gibi değildi.
Uğur Mumcu’nun “İşte sistem!” yazısından o satırları aynen aktarıyorum:
“Bu demagoji kepçelerinde, Pembe Köşk içgüveyi Metin Toker gibi yazarların bilinçli saptırma çabalarının yanında, Tercüman Gazetesi’nde Nazlı Ilıcak gibi yazarların bu konuda yayınladığı “bilgi-montaj” türü yazılarında önemli bilgi yanlışlarına da rastlanıyor.
‘Örneğin Ilıcak arkadaşımız, yine bu sistem sorunu üzerine yazı yazarken şunları söylüyor:
Diğer grup azınlıkta olduğu için Bolşevik adını almıştır. Rusça Bolşevik, azınlık demektir…’
Ilıcak, bu bilgi yanlışı üzerine okuyucularını aldatmak için aklınca “azınlık” sözcüğü üzerine bilgiçliklere başvurmaktadır.
Sosyalizm konusunda kulaktan dolma bilgi sahibi olanlar bile bilirler ki, “Bolşevik” azınlıkta olanlara değil, çoğunlukta olanlara verilen addır. “Menşevik”, Bolşeviklerin karşısında azınlıkta kalanların adıdır! Bu ayırım, Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin 1903’te Brüksel ve Londra’da toplanan kongrelerinde ortaya çıkmış, çoğunluğu kazanan Lenin yandaşlarına bundan sonra “Bolşevik” denmiştir.
Eşinin sahibi bulunduğu gazetede antikomünizm bayraktarlığını yapmaya heveslenen bir yazar, bu konudaki temel bilgilerden yoksunsa ve kavramları birbirine karıştırıyorsa ne yapalım, kendisini azınlık şirketleriyle işbirlikçi patronlarına mı şikâyet edelim?..
Saptırma, demagoji, bilgisizlik, karalama! Sağ kesimin ve sağ basının dört işlemi budur işte! Toplayın, çıkartın, bölün, birbirlerine çarpın… Sıfıra sıfır elde var sıfır!..”
Nazlı Ilıcak, Uğur Abi’nin yazısı üzerine, Tercüman Gazetesi’nde 19 Şubat 1980 tarihli “Güney Amerika Modeli ve düşündürdükleri” başlıklı yazısının sonunda, bir düzeltme yayınlamak zorunda kaldı. Ilıcak’ın, özrü kabahatinden büyük düzeltmesi şöyle:
“Bir düzeltme: 16 Şubat tarihli makalemizde, Bolşevik kelimesi Rusça, daha az, mânâsına gelir diye yazmıştık. Halbuki bu kelime, çoğunlukta olan demektir. Düzeltir özür dileriz.
Cumhuriyet Gazetesinde bir yazar “önemli bilgi noksanı” diye, bu konuda bize sataşmış. Bolşevizme hayran olan düzen devrimbazı, elbette kelimenin anlamını bizden iyi bilecek. Fakat unutulmasın ki, Bolşevizm “daha çok” demek olsa bile, bir azınlık diktasının ismidir… Sovyetler Birliğinde iki önemli gazete mevcut. Biri Pravda, diğeri İzvestia. Biri haber, diğeri gerçek demek. Ama Haber’de gerçek, Gerçek’te haber yok. Tıpkı bunun gibi, Bolşevizm, yâni çoğunluğun iktidarı, aslında azınlığın diktasından başka bir şey değildir. Kelimelerin mânâsı, bazen gerçeğe tamamen ters düşüyor. Her Bülend mutlaka yüce ve ulu mu, her Rahşan pırıltı mı?
İsmi UĞUR, kendi UĞURSUZ olanlar yok mu aramızda?
Rıza Tevfik’in iki kıt’asını o yazara ithaf ediyorum:
Fikrimi sarsmadı şimdiye değin /
Arsızca sözleri bilmem ne beyin /
Bana çifte atan şaşkın eşeğin /
Kendi çiftesiyle beli kırılır
Bendedir şivesi aşık ağzının /
Ona sesi uymaz yaban kazının /
Öyle hödüklerin bozuk sazının /
Namım anıldıkça teli kırılır.”
Buraya kadar her şey güzel. Ancak yıllar sonra Nazlı Ilıcak, Can Dündar’ın “Hayattan ne öğrendim?” yazısını “Mevlana’dan” diyerek 1 Mart 2010 tarihli Sabah Gazetesi’nde köşesine taşıdı. Can Dündar söz konusu yazıyı Esquire dergisi için kaleme almış, 16 Haziran 2008’de de aynı başlıkla köşesinde yayınlamıştı. Nazlı Ilıcak bu yanlışı için de 2 Mart 2010’da bir düzeltme yayınlamak zorunda kaldı. Bu düzeltme de şöyle:
“Can Dündar, “Pazartesi günü sütununuzda Mevlana’ya ait olarak yayınladığınız satırlar bana aittir” dedi. Bu yanlışlıktan dolayı özür dilerim. Kendimi “internetzede” olarak ilân edebilirim. Çünkü, google’a baktığımızda, birçok sayfada, bu satırlar Mevlana’ya ait olarak görünüyor. Üstelik üslûp itibariyle de aynı Mevlana’ya benziyor. İşi şakaya vurarak, Can Dündar’a “çağımızın Mevlana’sı” diyebilir miyiz acaba?\”
“İşi şakaya vurmak”, daha doğrusu pişkinliğe vurarak geçiştirmek, 40 yıllık köşe yazarına ne kadar yakışıyor, siz karar verin. “Yazılıvermiş” yazılara bir yazı daha eklemiş oldu işte.
Olur böyle şeyler dedim ama Nazlı Ilıcak durmak bilmiyor. Ha bire “yazıveriyor”. Bugünkü “Yalnız kalmamak için” başlıklı yazısıyla yine “yazılıvermiş” yazılara katkıda bulundu. Yazı, Can Dündar’a ait değil. Üstelik Can Dündar’ın sitesinde “Sahte yazılar” bölümünde Can Dündar’a ait olmadığı “Bu bölüm; yıllardır internette benim adım altında dolaşan, fakat aslında bana ait olmayan yazılardan oluşuyor. Bunları, gerçek yazılarımdan ayırabilmek için burada topladık. Lütfen çoğaltıp dağıtmayınız…! Dağıtanları uyarınız…!\” uyarısıyla yer alıyor.
Bu da olur. Güvendiğiniz birinden gelen yazıyı alırsınız köşenize. Hata yaptıysanız da bir düzeltme daha yaparsınız olur biter.
Arka arkaya bu yanlışlar, yıllar öncesine götürdü beni ve Uğur Abi’nin Nazlı Ilıcak’a Bolşevik-Menşevik çarpıtması üzerine giydirdiği yazısını tekrar okudum. Nazlı Ilıcak’ın söz konusu yazısını da bulup okumak gerekiyordu tabii. 1980 yılında yazdığı köşe yazılarını topladığı Makaleler 1980 (Kervan Yayınları, 1981, 1. Basım) kitabında bulamadım. Yanlış hatırlamama olanak yok, bir kez de yazdığı tarihle aradım ve buldum. Yazıyı tekrar okuyunca şaşırdım, “Ben de Uğur Abi de kadının hakkını yemişiz” dedim kendi kendime. Ilıcak’ın Tercüman’daki köşesinde birbirine karıştırdığı Bolşeviklerle Menşevikler, sanki “yerlerinize marş marş” komutu almış gibi kitapta yerli yerindeydi. Ancak gazetede yaptığı düzeltme, ne yazık ki yok! Nazlı Ilıcak, etik (!) bir davranış sergilemiş, yazısını düzelterek yayınlamış kitabında.
Şimdi bir düzeltme daha bekliyorum Can’ın olduğunu iddia ettiği “Hayattan ne öğrendim?” yazısı için. Yoksa Wikipedia’da Nazlı Ilıcak başlığı altında yer alan “1969’da Tercüman gazetesi sahibi Kemal Ilıcak’la evlendi ve eşinin gazetesinde başyazar oldu” ifadesi çok farklı şeyler düşündürecek bana.
Bu arada, Nazlı Ilıcak’ın Bolşevikler ve Menşevikleri birbirine karıştırdığı köşe yazısının yayınlandığı 16 Şubat 1980 tarihli Tercüman gazetesi nüshası, Millî Kütüphane’deki cildinden yırtılıp alınıvermiş, bu nedenle tekrar okuyamadım.
Hayat ne kadar çok şey öğretiyor değil mi insana?