Geçtiğimiz hafta, “2021 nasıl bir yıl olacak?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yeni yılın bütün dünyada birçok belirsizliğin eşliğinde yaşanacağını yazmış ve pandemiye ekonomik olarak hazırlıksız yakalanan bizim gibi ülkeleri daha da zor bir yılın beklediğini belirtmiştim. Şimdi o yazının devamı olarak biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum.
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından Aralık ayında yayımlanan Küresel Rekabetçilik Raporu’nda, hangi ülkelerin toparlanma ve gelecekteki ekonomik dönüşüm için en iyi şekilde hazırlandığı ölçülmüş.
“Ülkeler İyileşme Yolunda Nasıl Performans Gösteriyor?” başlıklı raporda fark yaratan ülkelere yer verilmiş.
Gelişmiş dijital ekonomilere sahip ülkelerin vatandaşları evden çalışırken, ekonomilerini çalışır durumda tutmada daha başarılı olmuşlar. Hollanda, Yeni Zelanda, İsviçre, Estonya ve ABD bu ölçüde iyi performans göstermişler.
Danimarka, Finlandiya, Norveç, Avusturya, Lüksemburg ve İsviçre gibi sosyal güvence politikaları değişkenlik göstermeyen ülkeler, çalışamayan vatandaşlarını destekleyen ülkeler olarak ön plana çıkmışlar.
Benzer şekilde, Finlandiya, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve Singapur gibi güçlü finansal sistemlere sahip ülkeler de iflasın önlenmesi için KOBİ’lere daha kolay kredi sağlayabilmişler.
Danimarka, Estonya, Finlandiya ve Hollanda, ekonomik dönüşümü alt yapı yoluyla yönlendirmek için en iyi şekilde hazırlanan ülkeler; Türkiye, Rusya, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte daha az hazırlıklı ülkeler arasında sayılmış.
Finlandiya, Japonya, ABD, Güney Kore ve İsveç, ‘yarının pazarlarını’ yaratmak için (araştırma, inovasyon ve buluş alanlarındaki uzun vadeli yatırımları teşvik ederek) daha hazırlıklı olarak ortaya çıkarken, Yunanistan, Meksika, Türkiye ve Slovak Cumhuriyeti daha az hazırlıklı sayılmışlar.
Küresel anlamda en kırılgan ekonomiler arasında sayılan ülkemiz, yüksek faize rağmen yabancı yatırımcının ilgisini yeterince çekemiyor.
Sayılan sebepler arasında; adalet ve demokrasi standardına olan güvensizlik ile dış ilişkilerdeki sertleşme gösteriliyor. ABD ve AB’nin ambargo koymak için planladığı yaptırımlar da yatırımcıları ürkütüyor.
Oysa ülke borcunun büyüklüğü, yurt içi tasarrufların düşüklüğü, cari açığın yüksekliği ve sürekli bir dış finansman ihtiyacının olması da yabancı yatırımcının getirilmesini zorunlu kılıyor.
Böyle bir ortam, gelişmiş ülkelerle aynı önlemleri almamıza yetmiyor.
Bankacılık sisteminde, 3-4 ay önce verilen zararına krediler ve ödemeleri ertelenen kredi borçları da dengeyi bozmuş bulunuyor.
Yeni MB yönetiminin göreve gelmesiyle, kısa zamanda alınan doğru kararlarla bozulan dengenin tekrar kurulacağı ümit edilmektedir. Ancak siyasal, sosyal ve ekonomik reformların fazla gecikmeden uygulanması şartıyla toparlanma mümkün olabilir. Aksi halde sadece faiz politikası yetersiz kalır, döviz kuru Şubat ayından itibaren yine çıkışa geçebilir.
Tersten bakacak olursak; eğer “yüksek enflasyonun sebebi yüksek faiz” idiyse, neden şimdi tekrar o noktaya geldik?
Mademki faiz son 35 gün içinde 675 baz puan artırılacaktı, neden daha önce sert indirimlere gidilmiş ve MB rezervleri boş yere harcanmıştı?
İşte alınan bu siyah-beyaz kararlar da belirsizliği artıran ve yatırımcıyı kararsız bırakan sebepler arasında sayılabilir.
“Pandemi geldi, bütün dünyayı olduğu gibi bizi de vurdu” demek kolaycılıktır. Bizi yukarda bahsettiğim özel durumumuz sebebiyle daha da farklı vurduğunu kabullenmek zorundayız.
2020’nin son göstergeleri olarak, sektörel güven endekslerinin tümü Aralık ayında geçen aya göre geriledi.
TÜİK’e göre, mevsim etkilerinden arındırılmış hizmet sektörü güven endeksi Kasım’da 77,5 iken, Aralık’ta yüzde 9,2 azalarak 70,4’e düştü.
Gelecek 3 aylık dönemde hizmetlere olan talep beklentisi alt endeksi ise yüzde 7,1 gerileyerek 79,8 oldu.
Mevsim etkilerinden arındırılmış perakende sektörü güven endeksi Aralık’ta yüzde 7,8 azalarak 87,6 değerini aldı.
Gelecek 3 aylık dönemde iş hacmi- satışlar beklentisi alt endeksi ise yüzde 9,6 gerileyerek 81,9’a düştü.
Mevsim etkilerinden arındırılmış inşaat sektörü güven endeksi bir önceki ayda 79 iken, Aralık’ta yüzde 7,2 azalarak 73,3 değerini aldı.
Gelecek 3 aylık dönemde toplam çalışan sayısı beklentisi alt endeksi ise yüzde 5,7 gerileyerek 90 değerini aldı.
Yeni yıla böyle bir atmosferde girerken; araştırmalar bize ilk 3 ayın olumsuz manzarası ile yılın kalan 9 ayına ait belirsizliğin hâkim olduğu bir fotoğraf sunuyor. Eğer geleceğe dair belirsizlik hakimse, muhtemel ekonomik sonuçlara bakışa iyimserlik hâkim olamaz.
En basitinden, gelir azaldıkça borç yükünün taşınamaz hale geleceğini biliyoruz. Pandemi sürecine zaten yüksek enflasyon ve yüksek borçluluk oranı ile giren ülkemiz, bir de en önemli iki gelir kaleminden (İhracat ve turizm) yoksun kalınca, etkilenme derecesi artmıştır. Dolayısıyla ülkelerin ve bireylerin, bütçelerinde daralmaya sebep olan pandemi süreci, bütün tüketici davranışlarını değiştirmiştir. Acil olmayan ihtiyaçlar ertelenirken, bütçeler zorunlu ihtiyaçların karşılanmasına ayrılmıştır. Bu durumda da gıda perakendecileri dışındaki sektörler zora girmiştir. Üstelik bu durumun daha ne kadar süreceği de belirsizdir.
İthalat ve ihracattaki daralmanın devam etmesinin iş yerlerini kapatmaya ve işçi çıkartmaya kadar giden sonuçları olmaktadır. Zira, kapasite kullanımının düşmesi ile ekonomik dar boğaza giren işletmelerin kısa çalışma veya uzaktan çalışma yöntemini sürdürmeleri kolay olamıyor.
Gelişmiş ülkelerin bütçe imkanlarıyla uyguladıkları destekleme politikalarını, gelişmekte olan ülkeler sınırlı imkanları ile devreye sokamayacakları için ekonomilerinin daha ağır tabloyla karşılaşması normal sayılabilir. Ancak bu ülkeler de daha titiz kriz yönetimi çalışmalarıyla hasarı azaltabilirler.