Politika faiz oranı dört yıldan bu yana ilk defa indirim görmüştür. Yüzde 24’den 425 baz puanlık indirimle yüzde 19,75’lik yeni vitrin oluşmuştur.
Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal faiz kararının verildiği gün önemli bir şeyin altını çizdi; “makul reel faiz oranı” söylemiyle…
Sayısal olarak ifade etmedi, dilek ve temenni tadında ortaya bıraktı. Zaten ‘makul’ün adını koyması da kolay değildi. Zira MB kontrolünde olan sadece nominal faiz oranıdır. Üstelik reel faizi arzulanan makul seviyede tutmak için bile beklenen enflasyonu doğru tahmin etmek gerekir. Son beş senelik MB tahminlerinde yüzde 60 ile yüzde 300 arasında sapmalar görülmüştü. Yaşananlar ışığında bu yıl sonu tahmininde de isabet kaydedilmesini şahsen beklemiyorum.
İlave sebepleri yazının devamında belirteceğim.
Arada sırada 500 baz puanı aşan ama 350-400 baz puan arasına demir atan risk primi de (CDS) MB inisiyatifi dışındadır. O zaman makul seviyedeki reel faizin terazisini kullanmak zorlaşmaktadır.
Görünen o ki faiz artırımı da yetki haricidir. Bu durumda bırakınız makul seviyeyi, reel faizin kendisi de garanti değildir!
Piyasada ayaküstü yanlış reel faiz hesapları yapılıyor. Bazen son açıklanan enflasyon oranı dikkate alınıyor, bazen de gelir vergisi kesintisi yok sayılıyor.
O zaman önce buradan başlayalım;
Reel faiz = [( 1+ Net nominal faiz) / ( 1+ Beklenen enflasyon)] – 1
Şimdi MB son politika faiz oranını nominal faiz olarak dikkate alalım ve bir yıllık vade için yüzde 12 stopaj kesintisini de uygulayalım. Yüzde 19,75’in neti yüzde 17,38 dir. Vade sonundaki beklenen enflasyon oranı için de MB’nin yıl sonu enflasyon tahmini olan yüzde 13,9’u dikkate alalım. Her ne kadar bu tahmine katılmasak da…
Reel faiz = [( 1+ 0,173) / ( 1+ 0,139)] – 1 = % 2,98
Bulduğumuz sonucu 100 ile çarpıyoruz ve yüzde cinsinden ifade ediyoruz.
Sonuçta yurt içinde 1 yıl vadeli mevduatın reel faizi %2,98’dir.
Bu orana bakarak, negatif veya yüzde 1 reel faizi olan ve de yıllık enflasyon oranı yüzde 2-3’ü geçmeyen gelişmiş ekonomileri kendimize emsal alamayız. Sebepler mi?
Hâlâ yüksek olan enflasyon, yüksek bütçe açığımız, dolarizasyon, tüketici güvensizliği, işsizlik, sanayi üretiminde düşüş, yüksek dış borç, yüksek risk primi (CDS), bankalardaki sorunlu ve batık krediler bizi dünyanın en kırılgan üç beş ülkesinden biri yapmaktadır.
Devletin yurtdışı tahvillerinde risk primi gerçeğinden dolayı reel faiz görünenden düşüktür. Risk primi arttıkça faizi de artırmak gerekir. Faizi düşürmenin tek yolu vardır; ülke riskini düşürmek!
Kaldı ki; benim yıl sonu enflasyon tahminim asgari yüzde 17 olup, bugünden reel faizin sıfırlandığını düşünüyorum.
Yıl sonuna kadar 300 baz puan daha faiz indirimi bekleyen ekonomistler var. Demek ki onlar da eksi reel faiz öngörüyorlar. Bir ekonomi yazarı “Dövizde çözülme dönemi” diye başlık atmış. Baktım altını nasıl doldurmuş diye…
MB’nin enflasyon tahminini yüzde 14,6’dan 13,9’a indirdiğinden bahisle politika faizi ile beklenen enflasyon arasındaki farkı 5.85 puan olarak takdim etmiş. Yani diyor ki; “Reel faiz yüksek, daha fazla faiz indirimine imkân var.” Stopajı ve risk primini es geçtiği gibi beklenen yıl sonu enflasyon tahminini MB’nin de altına düşürerek yüzde 13 olarak açıklamış.
Oysa aynı gazetenin sayfaları büyük oranlı zamlardan geçilmiyordu. Bir taraftan fiyat ve vergi artışları sürerken, diğer taraftan enflasyonun nasıl düşeceğini de anlatsaydı da okuyucu aydınlansaydı keşke!
Son 1 aylık zaman diliminde; elektriğe ve doğal gaza yüzde 15 zam gelmiş. Hem de Avrupa’da gaz fiyatları yarı yarıya düşerken ve dolar kuru gerilerken. Motorine, benzine zaten sürekli zam var. Bunlara gelen fiyat artışlarının diğer tüketim mallarına da zincirleme maliyet artışı getireceği çok açıktır.
Şekere yüzde 16, çaya yüzde 15, sigaraya yüzde 25 oranında yapılan zamların arkası da gelecek. Zira bunlar 6 ayda bir yapılan fiyat artışları olmasa gerek!
Mobilya, beyaz eşya ve otomobil için uygulanan teşviklerin bitmesi, alkol vergisindeki artışlar enflasyon hesabının dışında kalmayacak.
Temmuz yıllık enflasyonu yüzde 16,65 olarak açıklandı. Henüz doğalgaz ve sigaraya yapılan zamlar da enflasyon rakamlarına yansımadığı halde…
Üstelik ÜFE oranı yüzde 21,66 çıktı. Bu demektir ki; hâlâ TÜFE’ye yansıyacak maliyet artışları olacaktır. Peki hani enflasyon düşüşe geçmişti!
Neymiş?
Geçen sene yüksek fiyat artışlarının yaşandığı Ağustos, Eylül, Ekim aylarında işleyecek ciddi baz etkisi enflasyonun düşmesini sağlayacakmış. Evet doğrudur ama geçen yıl olduğu gibi bir kur hareketi yaşanmazsa ve zam furyası devam etmezse bu mümkün olabilir. Peki bunun garantisi var mı?
Tersine yüksek bütçe açığı ve harcamalarındaki artış devam ederken enflasyon üzerinde risk oluşmaması imkansızdır. Yeni vergi artışları zorunludur.
Dolayısıyla Kasım ve Aralık aylarında gerçekleşecek TÜFE oranları kesinlikle yıllık enflasyonu artıracaktır. Bunun görmezden gelinmesi ise çok şaşırtıcıdır.
“Faiz düşerse, enflasyon düşer” inanışını taca çıkartan senaryo; faiz indirimi ile tasarrufa gitmekten vazgeçen paranın iç talebi canlandırması ve bunun da enflasyonu yükseltmesidir. Yoksa daha düşük faize razı olanların mevcut döviz mevduatlarını TL’ye çevirmelerini beklemek hiç gerçekçi değildir.
Kitap böyle diyor ama piyasaya yansıması o kadar da çabuk olmuyor değil mi?
Evet ama döviz üzerindeki bu günkü baskı geçicidir ve sürdürülebilir değildir. Sebepler yukarda saydığım kırılganlıklardır.
Sonuçta; olması gereken, makul reel faiz seviyesini yüzde 4 civarında tutmaktır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadığından bundan sonraki faiz indirimlerine pay kalmamıştır. Yapılacak yeni bir indirimin neticesi eksi reel faizdir. Dolayısıyla enflasyonda kalıcı bir düşüş görülmeden tekrar faiz indirimi yapılmamalıdır.