Yıllar önce ilk izlediğimde çok yadırgamıştım Fetullah Hoca’yı. O kadar kaptırmış, o kadar inandırmış ki anlattıklarına kendini, gözyaşları içinde, hıçkıra hıçkıra, burnunu çeke çeke konuşuyor da konuşuyordu. Erdoğan’ı gurubunda konuşurken gözyaşları içinde görünce Fetullah Hoca geldi aklıma. Hitabet sanatının inceliklerinden olsa gerek ağlamak. Gerçekten etkileyici oluyor. Hele o son mektuplar yok mu? O mektupların muhatapları, analar, babalar kadar kimse bilemez o acıyı. 30 yıl sonra bile, ilk okuduklarında ne yaşadılarsa, aynı acıyı tekrar tekrar yaşadıklarına tanık oldum.
Mustafa Pehlivanoğlu da Erdal Eren de suçsuzdu
İki dava da takip ettiğimiz davalardandı. Her ikisi de 12 Eylül adaletinin ne kadar adaletsiz olduğunu anlamamız için ibretlik davalardır. Detaylara burada tekrar girmek gereksiz. Mustafa Pehlivanoğlu’nu Kütahya’da yakalayıp Ankara’ya getiren Dürüst Oktay, “bu çocuk suçsuz, bu çocuğu kurtaralım” diyerek Askerî Savcı Nurettin Soyer’i ikna etmişti. Kurtarmak için ellerinden geleni yapmışlardı ama idam kararı çok yukarılardan zaten verilmişti. Mustafa Pehlivanoğlu’nu idamdan kurtarmaya kimsenin gücü yetmemişti.
Erdal Eren için de durum çok farklı değildir. Jandarma eri Zekeriya Önge’nin otopsi raporunda kurşunun giriş açısı çok netti. Erdal’ın bulunduğu yerden sıkacağı merminin o açıyla Zekeriya Önge’nin bedenine girmesi olanaksızdı. Zekeriya Önge’nin ölümüne neden olan kurşun, bir başka askerin silahından çıkmıştı. Ama Erdal’ın idam kararı da Mustafa Pehlivanoğlu’nun idam kararı gibi çok yukarılardan verilmişti. Muhsin Yazıcıoğlu suçsuz muydu?
Erdoğan 12 Eylül öncesinin kanlı günlerinde top peşinde koşturuyor olsa gerek, Muhsin Yazıcıoğlu’nu çok fazla tanımadığı belli. Yoksa şiirini okumadan önce biraz durup düşünmesi gerektiğini bilirdi. Muhsin Yazıcıoğlu’nu işin içine karıştırırsan, orada duracaksın! Kimlerin öldürüleceğine kimler karar veriyordu? Kimlerin öldüreceğine karar verip ellerine silahları tutuşturanlar kimlerdi, bunları bileceksin! Mustafa Pehlivanoğlu’nun son mektubunun ardından, Muhsin Yazıcıoğlu’nun şiirini okursan, Pehlivanoğlu’nun iki elinin öbür dünyada Muhsin Yazıcıoğlu’nun yakasında olacağını bileceksin!
![hurriyet kanli pazar](https://www.bizhaberiz.com/wp-content/uploads/2020/12/hurriyet_kanli_pazar.jpg)
Ya Kanlı Pazar?
Bir de en değerli varlıklarını, evlatlarını sokak ortasında Amerikan uşaklarına kurban veren analar, babalar var. Onlar, bir son mektuplarını bile okuyamadılar evlatlarının.
12 Eylül’den daha gerilere gidelim. İstanbul Beyazıt Meydanında 16 Şubat 1969 tarihinde, 6. Filo’yu protesto etmek için bu ülkenin yurtsever insanları bir miting düzenlediler. Sayıları 30 binden fazlaydı. Mitingin amacı, Amerika’yı, 6. Filo’yu protesto etmekti. Ama Abdullah Gül’ün de üyesi olduğu meşhur “Kırklar komitesi” tedbirini almış, “din elden gitmesin” diye 20 bin sopa hazırlamıştı, miting günü kullanmak üzere. Sopalarla da yetinmemişlerdi tabii. Ergin Konuksever’in çektiği fotoğrafta da görüldüğü gibi, “din elden gitmesin” diye bıçaklar da çekilmişti. Polisin gözünün önünde cinayetler işlendi, “6. Filo’ya hayır” diye haykıran yurtseverler bıçaklandı. “Amerika’ya hayır, 6. Filo defol” diye slogan atan iki devrimci, Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç öldürüldü. Ergin Konuksever’in Ali Turgut Aytaç’ın bıçaklandığı an çektiği tarihi fotoğraf Hürriyet’in 17 Şubat 1969 tarihli nüshasında yarım sayfa yayınlandı. “Kırklar Komitesi”nin tüyler ürpertici kanlı eylemini bütün dehşetiyle gözler önüne seren o fotoğrafa bakınca neler hissediyor acaba Erdoğan?
Sağdan sola, soldan sağa, salla bayrağı, düşman üstüne
Başka ne denilebilir ki? Sivil diktanın önünü açacak anayasa değişikliklerine evet demeleri için herkesi kandırmak gerek! Solcuyu da, sağcıyı da, işçiyi de, köylüyü de, ev kadınını da, öğrenciyi de… Hepsini kandıracaksın. “Ananı da al git” diye aşağıladıklarını da “ananı da al gel, evet de” diye kandıracaksın. Gerekirse gözyaşı dökeceksin!
12 Eylül Anayasası
12 Eylül Anayasasına evet diyenler neye oy verdiklerini biliyorlar mıydı? Hayır! Kurtarıcı olarak gördükleri Evren’e ve onun Anayasasına evet derken, anarşiye, sokaklarda dökülen kana hayır dediklerini zannediyorlardı. Gerçeklerin farkına vardıklarında ise artık çok geçti.
12 Eylül Anayasası ülkenin geleceğini kararttı. Bütün kazanılmış haklar kaybedildi. Bugün içinde bulunduğumuz çıkmazı o anayasaya borçluyuz. Bugün karşı karşıya kaldığımız sivil dikta tehlikesinin önünü açan da aynı anayasa. 12 Eylül Anayasasına hayır diyemeyenler kandırıldılar, korkutuldular. Şimdi de kandırılarak, korkutularak aynı hataya tekrar düşmeleri bekleniyor. Oysa evet denmesi istenen, Cunta’nın apoletsiz olanından başka bir şey değil! Basın özgür ama 45 gazeteci hapiste
24 Temmuz’da Basın Özgürlüğü gününü kutlayacağız. Erdoğan’a göre basınımız Amerika’dan çok daha özgür ama nedense 45 gazeteci hapiste kutlayacak Basın özgürlüğü gününü!
Hepimize kutlu olsun!