Sokağın nabzı şimdilerde “sokak röportajları”nda atıyor! Denk geldikçe izliyorum. Nasıl yürekten konuşuyorlar!
“Hiç umudum kalmadı. Hayallerimi çaldılar!” diyor bir genç…
Bir kadın, gözyaşları arasında “Açım!” diye bağırıyor.
İşçi, köylü, esnaf kan ağlıyor…
Sokağın sesinde dalga dalga yükselen bir öfke ve isyan var!
En çok da kadınların isyanına tanık oluyoruz. Aralarında türbanlılar da var, çarşaflılar da…
İnsanları açlıkla terbiye etmeye kalkmak çok tehlikelidir! Aç kitlelerin öfkesi karşısında hiçbir güç duramaz. “İktidarları tencere götürür” sözü boşuna söylenmemiştir. Toplum biliminin ve toplumsal tarihin bize öğrettiği en yalın gerçeklerden biridir bu…
* * *
Malatyalı esnaf, “Evimize ekmek götüremiyoruz!” diye yakınınca, “Abartıyorsun!” yanıtı geliyor Cumhurbaşkanı’ndan. Yüksek yüksek tepelerde yaşayanlar halka böyle yabancılaşmış işte.
Ülke gerçekleriyle bağını koparmış bir bakan da “Türkiye’de yoksulluk ortadan kalktı” diyor.
“Halk kuru ekmeğe muhtaç hale geldi” diyen CHP Grup Başkan Vekiline, “Kuru ekmek yiyorlarsa aç değildirler!” diyebiliyor bir iktidar milletvekili!
İşini aşını yitirmiş insanlara “Keyif çayı için!” diyen bir duyarsızlıkla karşı karşıyayız. Sonraki öğütleri, “Ekmek yoksa pasta yiyin!” olacak herhalde…
* * *
Birikmiş ücretlerini alamadıkları için Manisa’dan Ankara’ya yürümek isteyen Somalı maden işçilerinin karşısına jandarmayı dikti bu iktidar. Oysa yürürlükteki Anayasa’nın 34. maddesinde, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diye yazıyor! Yani yerden yere vurduğumuz 12 Eylül Anayasası bile işçilere tanıyor bu hakkı.
Böyleyken, “Bizi bağlamaz!” diyor ülkeyi yönetenler. Yollara düşen işçileri coplatıp gözaltına aldırıyorlar. Oysa “Eski Türkiye”ninsağcı iktidarları, “Yollar yürümekle aşınmaz” diyerek ses çıkarmazdı böyle barışçıl gösterilere…
Ancak yeni rejimin unuttuğu bir şey var: Siz Anayasa’yı takmazsanız, anayasal hak arayışında olanlar da sizi takmaz! Nitekim Somalı madenciler bunun somut örneğini gösterdiler; engelleme ve gözaltı girişimlerine, “Bir işverene, tek adama gücü yetmeyen devlet, gücünü bizde sınıyor! Şimdi bize güç göstereceksiniz ve biz de bundan korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz billahi de korkmuyoruz sizden!” diyerek meydan okudular…
* * *
Çok berbat bir yılı geride bıraktık!
“Bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri?” diye sormuş Murathan Mungan.
İnsanlık tarihinin belki en kötü yılı değildi ama az yıkım yaşamadık, az acı çekmedik 2020’de.
Pek çoğumuz koronadan yitirdi yakınlarını, sevdiklerini.
Ağır koşullarda ölüm kalım savaşı verdi birçok arkadaşımız.
Karabasan gibi yaşamımıza giren Covid-19 salgınının yıkıcı etkilerinden kurtulamadık henüz.
Salgınla birlikte kapitalizmin insanlık dışı yüzünü bir kez daha gördü yığınlar.
Elbette sosyal devletin ve kamucu sağlık düzeninin yaşamsal önemini de…
Büyük yıkımları ancak insanlığın ortak çabası ve dayanışmasıyla göğüsleyebileceğimizi deneyimledik yeniden.
Salgını fırsata çeviren siyasal iktidar ise faturayı yoksullara kesti yine.
Ama bu gidişi tersine çevirmek elimizdedir.
Çünkü hâlâ direnen çok güçlü bir damar var ülkemizde.
Boyun eğmeyen devrimciler; “Bu düzen değişecek” diyen gençler, kadınlar var!
Bundan dolayı her türlü olumsuzluğa karşın umudumuzu koruyarak giriyoruz yeni yıla.
2021’de safları sıklaştırarak, örgütlülüğümüzü ve dayanışmamızı yükselterek bu gerici, halk düşmanı iktidarın gidişini hızlandıracağız!
Türkiye’miz yeniden dostluğun, kardeşliğin, barışın egemen olduğu “ekmek, gül ve özgürlük günleri”ne kavuşacak!
“Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.”
Bu duygularla tüm okurlarımın yeni yılını kutluyor, herkese kolaylıklar diliyorum.