Zeytinyağındaki hileyi ve vurdumduymazlığı yazınca yoğun olarak “balı da yaz” istekleri geldi.
Ne yazayım?
Zaten gerçeği öğrenmeyen kalmadı ki…
Yani ortada zeytinyağından daha bozuk bir tablo var. Üstelik mücadelesi daha da zor!
Bu ürünün, en az 20 yıl alım satımını yaptım. Dökme olarak aldım, benmari (Bain Marie) işlemini yaptırarak paketlettim. Enzimler kaybolmasın diye ısının sınırı aşmamasına özen gösterdim. Bu durumda da sık sık kristalleşen bal problemi ile uğraştım. Sorunu kendi usulü ile çözmeye çalışan paketleyicimizin kusuru ile de zaman zaman zor durumlarda kaldım.
Şu anda pazarda böyle bir resimle hiç karşılaşmıyorum!
Gerçek çiçek balı standartlara göre işlem görmüşse, er ya da geç kristalize olur, yani halk diliyle şekerlenir. Tüketici bu şekliyle tüketebilir. Veya evde sıcak su dolu kabın içinde benmari usulü ile de kristalize kütleyi çözebilir. Ben olduğu gibi tüketilmesinden yanayım. Zira bilinçsizce yapılan işlem besin değerlerinin kaybına sebep olabilir. Örneğin Kanada gibi soğuk ülkelerde kristalize bal olduğu şekliyle tüketilmekte ve krem bal olarak da satışa sunulmaktadır.
Ülkemizde yapılan en önemli yanlış; işini düzgün yapan pazar payı yüksek markalara tüketici baskısı gerekçe gösterilerek bu tarz ürünlerin hızlı şekilde raftan toplatılmasıdır. Oysa rafta kalmalı ki sapla saman birbirinden ayrılsın. O kalabalık ekipler de tüketiciyi bilgilendirme çalışmalarında görevlendirilsinler. O zaman, az satıldığı halde aylarca görüntüsü bozulmayan balları da göreceğiz. Hem de organik olanlar da dâhil olmak üzere!
Tüketicilere, doğal ürünlerin bu kadar pürüzsüz ve şıkır şıkır olamayacağı ve de evimize süs eşyası almadığımız iyi anlatılmalıdır. Çam balının istisna olduğunu ve salgı balı olduğu için kolay donmadığını da bir tarafa not edelim.
Dünyanın en değerli ballarının bizim ülkemizde üretildiği bir gerçektir. Sorun titiz ve güvenilir üretici – paketleyici sayımızın yetersizliğidir.
Sınırlı sayıdaki ciddi bal markaları bellidir. Ancak çok geniş alana yayılmış ve çok sayıda üreticiden toplanmış ürünün tamamını aynı kabul edebilmek de o kadar kolay değildir.
Zira arıcılar arasında teknik donanım ve kullanımı konusunda farklılıklar olduğunu, üretimde hâlâ Arıcılık Yönetmeliği’ndeki standartlara uyulmadığını biliyoruz. O yönde çalışmalara ağırlık vermekte de geç kalıyoruz.
Bana göre, bilinçli tüketici sayısı arttıkça güvenilir ürün sayısı da artacaktır. Bu şekilde de ürünü güzelleştirmek yerine doğallığını korumak ön plana çıkacaktır.
Bal üretiminde dünya ikincisiyiz. Yıllık üretimimiz 110 bin ton. İşte en korkutan tarafı da bu zaten. Az sayıdaki idealist insan bu büyük hacmi denetlemeye yetişemez. Eh arıcılığın gelişmesi konusunda bu şöhretimize paralel bilimsel çalışma yetersizliği de bir başka gerçektir.
Bu ülkenin televizyonlarında yıllarca reçelden ucuza, yanında kol saati veya cep telefonu hediyeli ballar kapış kapış satıldı. Bu müşterileri bulabilen kötü niyetliler sağladıkları haksız kazanç ile düzgün girişimcileri de zora soktular.
Arılara şeker verilerek, arılar tarafından yapılan sahte bala bile razı olacak hale getirildi tüketici. Kabullenişin sebebi, “neticede bunu da arı yapıyor” tesellisidir.
Çünkü bir de arı ile hiç temas etmemiş ballar var. Mısır şurubunun sanatsal şekilde bal görünümüne kavuşturulması ve içerisine çeşitli çiçek esansları ilave edilerek koku-tat bütünleşmesinin sağlanması ile elde edilen sözde ballar da gündemi meşgul ediyor.
Bunun ne kadar mümkün olduğunu daha iyi anlatabilmek üzere küresel anlamda yasalara uygun üretilen ‘diyabetik bal’ı örnek gösterebilirim. Bunlar ‘diyabetik bal aromalı şuruplar’ olarak adlandırılıyor. Bal olarak satılmıyor ama gerçek bal tadında ve görünümünde özel ürünler olarak yakın zamana kadar diyabetik ürünler rafında yer buluyorlardı. En tanınmışları, ‘Darbo’ ve ‘Schneekoppe’ markalı ithal ürünlerdi. Fark, yasal ile hileli ürün arasındaki bu ince çizgidir.
Yakın zamana kadar birçok büyük süpermarket rafında, hatta orta teşhirlerinde yer alan tanınmış bir marka da hileli çıktı. Daha da üzücü olan, firma sahibinin sahte bala karşı mücadele vermesi gereken bir Birlik Başkanı olmasıydı. Satış mağazasının tabelasında ‘organik’, ‘doğal’ gibi sıfatlar yer almasına rağmen o marka da taklit ve tağşiş listesinde yer bulmuştu.
Bütün bunlara bakarak neden “söz bitti” dediğim anlaşılmıştır herhalde.
Ancak yine de kendi kendimize sormamız gereken çok soru var:
• Bu kadar güçlü üretime rağmen, ihracatımızın çoğunu neden varil ile yapmaktayız acaba?
• AB, iç tüketimini karşılayamadığı halde; ABD, Kanada ve İsviçre gibi kaliteli bal arayan pazarlara, yüksek fiyatlarla ihracat yapmaktadır. Neden benzer kalite-fiyat seviyesini tutturmak üzere benchmarking (kıyaslama) yapmıyoruz?
• Hemen yakınımızdaki Ortadoğu ülkelerinde, rafa hâkim olan iki markanın yetersiz üretimleri sebebiyle en fazla bal ihraç ettiğimiz Almanya ve Suudi Arabistan’a ait olması tesadüf sayılabilir mi?
• Üreten ama marka ihraç edemeyen bir ülke olarak eksiklerimizi biliyor muyuz?
• Üretemeyen ama marka ihraç eden ülkeler için çalıştığımızın farkında mıyız?
• Sektör içinde “gemisini kurtaran kaptan” durumu hâkim olduğu sürece, sektörün tamamı için bu sıkıntılar biter mi?
• Büyük üreticilerin, paketleyicilerin bir araya gelip sektörün geleceğini planlaması bizim ülkemizde neden gerçekleşemiyor?
• Her şeyi devletten beklemek yerine, bozuk taneleri sektör içinde ayıklamak o kadar zor mudur?
Amacımız, bu faydalı ürünümüzü sadece iç piyasada değil, dünyada güvenilir hale getirmek olmalıdır. Böylece hem ülke hem de emek verenler kazançlı çıkacak, tüketici de kandırılmaktan kurtulacaktır.