AKP iktidar olduğundan beri sık sık dile getirmişimdir.
“Yeni dönemde başarılı adımlar atılmıştır. İlk 7-8 yıl başarı dahi elde edilmiştir. Ama bunda en büyük pay, Dünya Bankası’ndan davet edilen ve ülkemiz ekonomisinin başına getirilen Kemal Derviş’in büyük payı vardır”
Evet, 2001 yılı bir “fetret dönemi”ni andırır.
TL erimiş, para pul olmuştur.
IMF’nin acı reçeteleri ve Derviş’in kaptan köşküne çıkıp ekonominin dümenine geçmesinden sonra, karaya oturan gemi yol almaya başlamıştı.
AKP işte 2002 yılında böyle bir geminin dümenine geçti ve ülkede ekonomik canlanma yaşandı.
Paralel Yapı’nın el vermesiyle, AKP kalkınma yolunda çok olumlu adımlar attı.
Bunu kimse inkâr etmiyor.
Ama unutulan Derviş’in bıraktığı olumlu ekonomik tablonun “baz etkisi”nin bu başarıdaki rolü.
Bu gerçek ise kimsenin aklına gelmiyor.
Türkiye 2010’lardan sonra “gerileme devri” ne girdi.
Yaşanan olayların bugüne gelişimizdeki etkileri inkâr edilemez.
Edilemez ama geriye bir bakın.
Geminin üst güvertesinde, tek seçici ve tek karar verici olarak sayın Erdoğan’dan başka tek bir kadro kalmamıştır.
İster başkanlık, ister yarı başkanlık deyin, “tek seçici” ve “tek adam” sistemi bizim ayağımızı sıktı.
Sistemin ayarlarını bozdu.
Her alanda olduğu gibi ekonomide de kendisini “tek” geçen sayın Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanlığı kararlarına da müdahale etmesi
Doları 10 TL’ye yaklaştırdı.
Dolar, evden çıkıp dövizciye gidene kadar yolda 1 lira 50 kuruş değer kazandı.
Bu tablo karşısında doğal olarak Saray’da yaşayan, halktan kopuk, dünyadan habersiz sözde ekonomistlerden “Jöleli danışman”ın 4 yıl önceki sözleri takıldı aklımıza:
“Çok yakında, hatta bir yıl içinde 1 dolar 1 liraya inecek”
İndi ama önüne bir 0 ekleyerek…
Şu anda nerdeyse 10 lira…
Sıfır atmaya pek meraklı AKP’nin patronu eğer paramızdan üç sıfır atarsa, inanın dolar 1 liraya iner(!)
Jölelinin de yıllar öncesi kehaneti gerçekleşir.
Sayın Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz günlerde devletin işlettiği süpermarkete değil de, eğer özel sektörlerden birine uğrayıp eşiyle iki adet ihtiyaç arabasını doldursalardı, değil bin liraya, 4 bin lira ödeyip oradan ayrılmak zorunda kalırdı.
Bunu sayın Erdoğan’a kimse anlatmadı, anlatamadı ve o da inanmış gibi yapıp hayat pahalılığını dile getiren, ekonomi yönetimini yerden yere vuran muhalefeti suçladı.
Oysa mesele muhalefet değil.
Mesele iktidar olmak da değil.
Mesele halkın arasına karışıp gerçekleri görebilmek.
Hane halkının durumunu anlamanın yolu, vatandaşın evindeki yangını gözleriyle görebilmek.
“Vicdan sızlaması” denen duyguyu yaşamak için, semt pazarlarına uğramak demek.
AKP iktidarı ve tek seçici sayın Erdoğan “hane halkı”nı hatırlamıyor sanırım.
Enflasyon tavan yapmış, umurunda değil…
Millî gelir dibe vurmuş, kime ne…
Merkez Bankasının kasası boşalmış “doldururuz efendim” havasındalar.
Sonuç:
Hane halkı kaybetti…
Hanedan kazandı…
Gerçekten öyle mi?
Bekleyeceğiz, başka çare yok…