Bir süredir dil yazısı yazmaya varmıyor elim. Türkiye’de demokrasi can çekişirken yazım yanlışlarıyla uğraşmak “abes” bir iş gibi gelmeye başladı bana. Oysa yaşamım boyunca en çok önemsediğim konuların başında geliyordu Türkçe. Ama 19 Mart’tan bu yana durum biraz değişti. Demokrasi savaşımı, ülkede her şeyin önüne geçti. Sevgili Doğan Tılıç’ın çok sık yinelediği “Ehem mühimme müreccahtır” (“en önemli, önemliden önce gelir”) sözü, Mecelle kuralı olarak bugünlerde daha bir önem kazanmaya başladı benim gözümde…
Mecelle demişken, oradan günümüzde de geçerli bir hukuk kuralını aktaralım:
“Tevehhüme itibâr yoktur.” Yani kuruntulara hukukta değer verilmez. Hukuk, söylentilerle değil somut kanıtlarla ilgilenir.
Oysa bugün uydurma suçlamalarla; gizli tanıkların “duydum, işittim” gibi yanıltıcı ve kötü niyetli anlatımlarıyla saygın insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor; aylarca, yıllarca cezaevlerinde tutuluyor.
Düşünün ki Mecelle, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde uygulanan İslami temelli bir yasadır. Böyleyken temel haklara ilişkin birçok hükmü günümüzde de değer taşıyor. 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’nun kabulüyle Mecelle yürürlükten kaldırıldı. 17 Şubat 1926 tarihinde TBMM’de kabul edilen devrim niteliğindeki yeni yasa, laik hukukun simgesi sayılıyor.
Hukukumuzu yüzyıl önce çağdaşlaştırdık ama ne yazık ki uygulamada Mecelle döneminin bile gerisindeyiz!
* * *
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanları üzerindeki kuşatması her gün yeni bir boyut kazanıyor. Son olarak 18 üst düzey yönetici daha tutuklandı. Bu ikinci dalga operasyonda gözaltına alınan 52 kişiden 34’ü çeşitli adli denetim kararlarıyla salıverildi. Ama buna “serbest kalma” diyemiyorum ben. Artık sıradanlaşmaya başlayan “adli denetim” kısıtlamalarıyla insanların yaşamı zora sokuluyor. “Tahliye” kararıyla “ev hapsi”ni bir arada düşünemiyorum bile. Hapishaneler tıka basa dolunca konutlar da cezaevine dönüştürülecek herhalde!
Gözaltı ve tutuklamalar aile üyelerine dek uzandı. Artık kadın-erkek ayrımı da gözetilmiyor bu konuda. Kadınlar da şafak operasyonlarında çocuklarının korkulu bakışları arasında alınıp götürülüyor. Yaşamlarında karakol görmemiş insanlar, günlerce nezarethanelerde tutuluyor. Artık sanık avukatlarının bile tutuklanmaya çalışıldığı bir garip hukuk düzeni oluşturuldu. Adil soruşturma ve sorgulama böyle mi yapılır? Yargı adına yapılan alışılmadık işler toplumu gerdikçe geriyor. Gezi Parkı soruşturması kapsamında “oyuncu organizatörü” olarak gözaltına alınan Ayşe Barım, kaşla göz arasında “darbe organizatörü” yapıldı! Hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçlamasıyla düzenlenen iddianameye göre 30 yıla kadar hapsi isteniyor. Aklın alacağı şey değil!
Bu arada 301 madencinin yaşamını yitirdiği Manisa / Soma’daki katliamla ilgili davada karar çıktı. Belki inanmayacaksınız ama mahkeme, 28 kamu görevlisinin yargılandığı davada 16 kişiye 5’er ay, 2 kişiye ise 6 ay 7 gün hapis cezası verdi! 10 kişi ise tümden aklandı. 301 madencimiz iş cinayetine kurban gitmiş ama hiçbir sorumlu hapis yatmayacak! Aileler haklı olarak “Adalet göçük altında kaldı!” diyor. Başka ne söylenebilir ki bu duruma?
* * *
Öte yandan Volkan Konak’ın ardından kin kusan müftü bozuntusu hâlâ koltuğunda oturuyor. Hakkında soruşturma açıldığı duyurularak kamuoyu tepkisi yatıştırılmaya çalışıldı. Zihniyeti belli Erbaş Diyaneti bu adama dokunmaz! Göstermelik bir soruşturmadan sonuç çıkmasını da beklemesin kimse. Yandaşların her şeyi söyleme özgürlüğü var ama muhaliflerin söz söyleme hakkı yok! Nitekim yanlış anlaşılan bir sözünden dolayı gazeteci Özlem Gürses’e -üstelik özür dilemesine karşın- hapis cezası verildi! Olacak şey mi bu?
Biz başta Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve adlarını sayamadığım daha birçok suçsuz insanın cezaevlerinden bir an önce çıkmalarını beklerken her gün yeni figürlerin akıldışı suçlamalarla tutuklandığını görüyoruz. İçerdeki muhaliflerin adlarını yazmaya sütunlar yetmiyor artık! Ülkeyi yarı açık cezaevine çevirdiler! Kimse ağzını açmasın, herkes Saray’a boyun eğsin isteniyor…
* * *
Türk Emniyeti’nin klasik bir uygulamasıdır. Sosyalistler, komünistler, eskiden de 1 Mayıs öncesinde “önlem” olarak evlerinden toplanırlardı! Aziz Nesin’den Dr. Nihat Sargın’a pek çok “mimli” büyüğümüzden dinlemiştik bu öyküleri.
Kural bu yıl da değişmedi. Ülkemizin birçok kentinde “sakıncalı” devrimciler ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında, 1 Mayıs için Taksim çağrısı yapanlar çoğunluktaydı. “Olağan şüpheliler”in başında doğal olarak sol partilerin yönetici ve üyeleri, işçiler, sendikacılar, öğrenciler geliyordu. 1 Mayıs günü ise İstanbul’da gözaltına alınanların sayısı 400’ü geçti.
2009 yılında “Taksim’i emekçilere açtık!” diye övünen iktidar, bugün 1 Mayıs’ta o alana yaklaşanlara gazlı-coplu şiddet uyguluyor. Hem de AYM’nin “Taksim yasağı hak ihlalidir” kararına karşın… Utanmasalar “Emek ve Dayanışma Günü”nü de kaldıracaklar!
Dedik ya, Türkiye, Saray rejiminin hukuk dışı uygulamalarıyla yüzyıl öncesinin bile gerisine düştü…