Rahmetli babam her ayın 9’unda, 19’unda, 29’unda Milli Piyango bileti alır, her bilet aldığı günün akşamında da çıkacak olan ikramiyeyle neler yapabileceğimizin hayalini kurardı saatlerce. Babam o biletleri hayal kurmak için alırdı. Kendine ve ailesine ayda üç gün hayal kurma şansı verirdi. Ödediği bilet parasıyla devlet kurumlarına aktarılacak olan kaynağın miktarıyla daha çok ilgilenirdi çıkacak olan ikramiyeden. Ne de olsa bu “milli” bir piyangoydu. Bilet paralarıyla Çocuk Esirgeme Kurumundaki çocuklara aş veriliyor, TRT’ye daha fazla program yapsın diye kaynak aktarılıyordu. Milli olan, devlet tarafından yapılan her şeyin bir namusu olduğuna inanırdık biz o yıllarda. Oturduğumuz lojmanın yanındaki kantinde satılan çikolatanın daha sağlıklı olduğunu düşünürdük. Ne de olsa devletin kantiniydi. Devletin ÖSYM’sinin yaptığı sınavlarda herkesle eşit şartlarda şansımız olduğunu düşünürdük. Okunmuş şeker ve pirinçlerle gönderildiğimiz sınavlarda başarılı olmamızın nedeni alın terimiz, uykusuz gecelerimizdi. Önce ekmekler küçüldü, Halk Ekmek kuyrukları uzadı, okunmuş şekerler orta yerinden çatladı, sınav kapılarında anneannelerimizin çektiği tespihler tane tane oldu. Sonra hayal kurma fırsatımızı da aldılar elimizden. Proletarya, lotarya peşindeydi, cebindeki son parasıyla bilet alıp hayal kurmaktan başka lüksü yoktu. Onu da çok gördüler ona. Sınıf mücadelesine bir tuğla daha mı koydular?
Her yılbaşı çekilişinden önce o yıl verilecek ikramiyenin büyüklüğünü göstermek için bir oda dolusu paranın haberini yaptı haber bültenleri. O paranın bir balyasını bir arada görmemiş biz faniler “kazanırsak başımıza bela olur bu para”, “bu para bizi bozar” diye düşündük ikramiyenin hacmini görünce. İhtiyacı olan birine çıkınca ikramiye, sevindik. En azından bir garibana çıkmıştı işte, ne mutlu. Verdiğimiz bütün bilet paraları o garibana helal-i hoş olsundu. Amorti bile vurmamıştı bizim bilete ama çeyrek bilete çıkınca büyük ikramiye, dörde bölündü diye sevindik yine de. En azından dört kişi sevinmişti. Dört ev bayram etmişti bu yılbaşında da. Bize de çıkabilirdi. Belki de sıra bizdeydi. “500 bin dolar ver sen de gemi al” diyenler de bunu pompalıyorlardı zaten. Gelirin yeniden dağılımında kime ne pay düşeceğini kim bilebilirdi? 15000 kişilik kadro bulunan öğretmen atamasına 75000 kişi başvururdu. Hayatta her şey kısmetti, alın teriyle değil, alnımıza ne yazıldıysa o. Nimet Abla biletleri çok uğurluydu. O kadar ki, Ankara’da bile İstanbul’da bulunan Nimet Abla gişesinden alındığı iddia olunan biletler için kuyruk olurdu memur kısmı. İkramiye isabet etmemiş bir piyango bileti gibi yırtılmadan atılırdı o memur kısmı bir zam pazarlığında. Her bir memura bir piyango bileti kadar zam yapılınca hayal dünyasının sınırları genişlerdi ne de olsa.
“İstediğimiz rakama ikramiye çıkarıyorduk” dedi sonra o milli olan piyangonun eski bir çalışanı. Namusun hâlâ kadının iki bacağının arasında olduğu bu coğrafyada kimse namusun o kadar kuytuda ne işi var diye sormazdı. Namusu bir kuytuya çekenler, Nimet Abla’nın ırzına geçiyorlar komşular, yetişin!