“Dinlence” sözcüğü sözlükte şöyle tanımlanıyor:
“Çalışmaya ara vermek, çalışmayı durdurmak.” Sayıları yirmi milyona yaklaşan ana okuluyla birlikte ilk, orta, liseli öğrencilerimiz için bu tanım çok yetersiz kalıyor. Kırsal kesimdeki öğrenciler, aileye yardımcı olarak çoktan işe başladılar. Özellikle uzun yaz dinlenceleri öğrencilere gönüllü etkinliklerle bilgiyi, görgüyü artıran, düşünce ufkunu genişleten, dayanışmayı, paylaşmayı pekiştiren, yurdumuzu, insanımızı, tarihimizi tanıtan, sanatsal duyguları yücelten, sporla sağlıklı olmanın yollarını açan izlencelere evet diyorum. “Kitap okumaya zaman bulamıyorum” diyenlere işte zaman. Dinlenceye, yaşa ve ilgiye göre kitaplar önerilmeli. Jules Verne’in İki Yıl Okul Tatili, Talip Apaydın’ın Dağdaki Kaynak adlı kitapları ortaokul öğrencileri ne çok sever. Sanat ve spor yaz kursları, öğrenci kampları tanıtılmalı.
Nasrettin Hoca bakkala gitmiş, sormuş: “Unun var mı?” “Var.” “Şekerin var mı?” “Var.” “Yağın var mı?” “Var.” Hoca son cümlesini söylemiş: “Be adam, neden helva yapıp yemiyorsun?” Bizimkisi o hesap.
İyi düşünülmüş dinlence izlencesi, öğrenilenlerin bilgi düzeylerini çok yukarılara taşır. Benim yaşadığım, altmış yılı aşkın unutamadığım, önemli derslerle dolu on günlük bir geziyi anlatacağım. 1962 yılı temmuz ayı. Kars Cılavuz Öğretmen Okulu’nda son sınıfa geçmişim. Dört ve beşinci sınıflardan doğrudan geçenler bir aylık yaz kurslarına kalıyordu. Sanat, sağlık, spor, bağ, bahçe, kitaplık gibi sayıları onu bulan okul yaz kursları da oldukça doyurucu oluyordu. O yıl okulumuza gezi parası için beş bin lira gelmişti. On gün için üç bin beş yüz lira ile otobüs tutuldu. Gittiğimiz yerlerde öğretmen okullarında kalınacaktı. Üç öğretmen gözetiminde kırk öğrenci 2 Temmuz 1962 günü erkenden yola çıktık.
Yönümüz Kars, Erzurum, Gümüşhane, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Çorum. Ankara. Dönüş Kırşehir, Sivas, Erzincan, Erzurum ve Kars. Bu gezide yurdumuzun önemli bir bölümünü, insanlarımızı gördük, tanıdık. Örneğin Erzurum’da bir tür kadınların sokakta kafesi sayılan, şimdilerde bile görülen ihram adı verilen kadın örtüsünü şaşkınlıkla karşılamıştık! Kop Dağı’ndan geçerken Cahit Külebi’nin “Kop Dağı’nda bir çeşme var/İnce parmak kalınlığında suyu” diye şiir yazdığı çeşme başında durduk, iki borudan iki kol kalınlığında akan sudan içtik. Trabzon’a doğru ilerlerken Maçka Hamsiköy’de ünlü sütlacı için mola verdik. O dönemin öğretmen okulunun tarihi binasına gece indik. Sabah bizi, okulun duvarlarına vuran denizin dalga sesleri uyandırdı. Çoğumuz ilk kez deniz görüyorduk. Atatürk Köşkü, limanda gemiye ilk kez binme, kayıkla deniz gezisi. Öğle saatlerinde Beşikdüzü Öğretmen Okulu’na vardık. Deniz, okulun bahçesine kadar geliyordu. Denize ilk orada girmemiz. Akşama doğru ver elini fındık bahçelerinin süslediği yeşil Giresun. Ordu Perşembe Öğretmen Okulu’nda akşam yemeği. Gecenin bir vaktinde Samsun’dayız. Öğretmen okulunu rahatsız etmek istemedik, battaniyeleri kumsala serdik. Sabah uyandığımızda o ünlü Atatürk heykeli bizi karşıladı. İki arkadaşımla fotoğraf çektirdim. Çorum’daki tarihi kalıntılar unutulmuyor. Leblebinin tadına baktık. Ankara’ya sabahın ışıklarıyla varıyoruz. İlk meclisin arkasındaki okula yerleşiyoruz. Beş gece sıraların üstünde konuk olacağız. Ankara gezimiz Anıtkabir’le başlıyor. Arkasından Çankaya Köşkü, ilk, ikinci ve şimdiki meclis binaları. Etnografya Müzesi, Atatürk Orman Çiftliği, Çubuk Barajı. Renk renk ışıklarıyla dünyamızı alt üst eden, her türlü eğlencenin merkezi Gençlik Parkı. Ankara’dan tiyatro izlemeden dönülür mü? 7 Temmuz 1962 akşamı Küçük Tiyatro’da Turgut Özakman’ın Ocak adlı oyunu. Dönüş yolumuzda ilk konaklama Sivas Pamukpınar Öğretmen Okulu. Gezimizin son akşamı Erzurum Pulur’dayız. Ertesi gün mutlu olarak okulumuza dönüyoruz.
O gezinin etkilerini, sıcaklığını yaşıyorum. Böyle bir geziyi kim istemez? Neden örnek alınmasın?