TÜİK verilerine göre TÜFE ocakta aylık bazda yüzde 5.03, yıllık bazda ise yüzde 42.12 olarak açıklandı. Yıllığı bıraktık, aylık yüzde 5 enflasyonu dünyada kolay kolay kıyaslayacak bir ülke bulamamanın zorluğu ilgi çekici bir durum değil mi?
Bizim ocak ayı enflasyonunu diğer ülkelerin yıllık enflasyonları ile karşılaştıralım. Hani “dünyada da enflasyon var” sözü kulaklarımızda ya, bunun ne kadar gerçekçi olup olmadığını görelim…
Şubat ayı itibariyle yüksek enflasyon sürmesine, bunun da çok önceden bilinmesine rağmen; Aralık ayında yapılan yüzde 2.5 faiz indirimi üzerine Ocak ayında da yüzde 2.5 indirim geldi ve politika faizi yüzde 45 oldu. Oysa MB’nin Kasım ayına kadar aldığı kararlarda bir ahenk vardı, ancak son 2 aydır yapılanlar için aynı şeyi söylemek zorlaşmıştır. Zira iktisadi gerçeklik; henüz arka arkaya iki aylık faiz indirimleri için doğru zaman olduğuna işaret etmiyor. Kaldı ki PPK açıklamaları da bunu teyit ediyor zaten. Nitekim Para Politikası Kurulu’nun Ocak toplantısı açıklamasında; daha önceki metinlerde sık sık yer alan, “Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı düşüş sağlanana kadar…” diye başlayan cümle yeni metinden çıkartılmış bulunuyor. Zira böyle bir ihtimalin bir müddet daha gerçekleşemeyeceği ama faiz indirimlerinin de artık bekleyemeyeceği MB yönetimi tarafından kabul görmüş oluyor. PPK metninde ilginç bir cümle daha var. “Enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışları iyileşme eğilimi sergilemekle birlikte, dezenflasyon süreci açısından risk unsuru olmaya devam etmektedir” deniyor. Peki hâlâ risk varsa, bu faiz indiriminin zamansız olduğuna işaret etmez mi?
Aynı PPK toplantısı özetinde; yüksek enflasyonun lokomotifi olan gıda kategorisi için de, “Gıda enflasyonunun, işlenmiş gıda fiyatları öncülüğünde Ocak ayında yeniden yükseleceği öngörülmektedir” ifadesi yer alıyor.
Evet tespitler doğru ama gidilen yol neden farklı?
İşte bu nedenlerle zincirleme faiz indirimleri sürse bile bankalar mevduat faizlerini buna paralel indiremezler. Zira Ocak ve Şubat’ın yüksek enflasyon oranlarıyla, yıl sonu beklenen enflasyonun tutmayacağı ortada olduğuna göre ufukta yine eksi reel faiz belireceğinden mevduattan gayrimenkul ve altına yöneliş kaçınılmaz olur. Bankaların bu durumu görememesi mümkün mü?
Aşağıda bazı ülkelerin 2024’e ait yıllık enflasyon oranlarını vereceğim…
- İlk kademedekilerin yıllık enflasyonları bizim aylık enflasyonun yarısından da az seviyededir… Kanada 1.9 / Çin 0.1 / Fransa 1.3 / İtalya 1.3 / Güney Kore 1.9 / İsviçre 0.6…
- İkinci kademedekilerin yıllık enflasyonları bizim aylık enflasyonun yarısı civarındadır… Avustralya 2.8 / Almanya 2.6 / Japonya 2.9 / Güney Afrika 2.9 / İspanya 2.8 / İngiltere 2.5 / ABD 2.9…
- Üçüncü kademedekilerin yıllık enflasyonları bizim aylık enflasyonumuza denktir. Brezilya 4.8 / Meksika 4.2 / Hindistan 5.2 olup, savaş halinde bulunan Rusya’nın bile yıllık enflasyonu yüzde 9.5 seviyesindedir.
İşte dünyada böyle bir enflasyon vardır ve bununla çok ciddi mücadele edilmektedir. Esas fark da buradadır…
Aralık ayında asgari ücret ve emekli maaş artışları açıklandığında; “henüz ilk artışlar ele geçmeden dörtte birinin eridiği görülecektir” demiştim. Fazlası da gerçekleşti. Öyle ki yeni asgari ücretin ilk kez ele geçtiği tarihle açlık sınırı altında kalması eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla yapısal sorunlar yerinde dururken, tasarruf sağlanamazken, sadece faiz indirerek enflasyonun normal seviyelere düşürülmesi mümkün değildir. Bu vesile ile 2025 yıl sonuna dair enflasyon tahminimi de yüzde 39 olarak buraya kaydedeyim ve kenarda dursun. TCMB tahmini şimdilik yüzde 21. “Şimdilik” diyorum, zira takvim ilerledikçe benim tahminime yaklaşacaklar.
Elbette bizimle aynı fikirde olmayanlar da var. İşte bir meslek örgütü lideri…
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkanı Önder Yorgancılar diyor ki; “Faizin martta 750 baz puan düşmesini bekliyorum.”
Ortada bunu gerektiren bir veri olmadığına göre acaba bu muhterem neden böyle söylüyor?
Olaya sadece kendi penceresinden baktığı için faiz yüzde 37.5’e düşsün, eksi reel faiz nedeniyle de dövize gelecek talep kuru yükseltsin istiyor. Sonra da “Enflasyon Türkiye’nin gündeminde olmasın” diyor. Bunun samimi bir dilek olmadığı çok açıktır. Zira bu şekilde enflasyon hedeflenen seviyelere düşemez. Ancak kredi maliyeti düşer, ihracatçının istediği kur artışı gerçekleşir. Bir de esasında düşmesi istenmeyen o enflasyon sayesinde kazançlar artmaya devam eder. İşte 1 taşla 3 kuş avlamanın formülü de budur.
Aynı ülkede yaşadığımıza inanmak zor. Kaldı ki bu sözler söylendiğinde Trump göreve yeni başlamıştı. Suriye’nin Türkiye’ye yüzde 300 ile 500 arasında gümrük vergisi koyduğu haberi de gündemdeydi. Bu kadar belirsizliğe ve olumsuz çevre koşullarına rağmen hepsini yok sayıp, kendine göre bir dünya istemenin örneklerinden sadece bir tanesidir bu…
ABD Başkanı Donald Trump, geçen hafta Davos’a video konferans yöntemiyle katılmış, “Faiz oranlarının derhal düşürülmesini talep edeceğim” demişti. Peki sonrasında ne oldu?
ABD’nin 2024 yıllık enflasyonu yüzde 2.90 çıkmasına ve politika faizi de yüzde 4.25-4.50 aralığında olmasına rağmen Fed Ocak toplantısında bunu uygun bulmadı ve faizi sabit bıraktı. Yıl sonu enflasyon hedefleri yüzde 2 olmasına rağmen aradaki reel faiz farkı dikkat çekicidir. Çünkü iktisat biliminin gerçekleri vardır ve bunun dışına çıkıldığında da olumsuz sonuçları olur. Faizi düşürmek esastır ama verilecek öncelik kazanımları riske atmayacak şekilde hızı iyi ayarlamaktır. Görüldüğü üzere benchmarking (kıyaslama) bütün kurumlarımız için önemli bir ihtiyaçtır.