https://www.ips-journal.eu/regions/article/show/how-corona-broke-the-system-4180
“Korona krizi, siyasi, iktisadi ve toplumsal sistemlere şok dalgaları gönderiyor. Statüko kesinlikle devam edemez.”
“Her koyun kendi bacağından asılmayacak!!!”
Marc SAXER
International Politics and Society
23.3.2020
Çev: Ali TARTANOĞLU
Salgının ne kadar süreceğini, kaç kişinin hastalanacağını, virüsün kaç can alacağını kimse bilmiyor. Ama salgının patlamasının iktisadi ve siyasi sonuçları şimdiden ortaya çıktı. Salgını kontrol altına almayı amaçlayan önlemler, bütün dünyada genel hayatı kesintiye uğratıyor.
Çin’den başlamak üzere bütün ülkelerde üretim birbiri ardına durma noktasına geldi. Dünya çapındaki ikmal zincirleri koptu. Birçok endüstri alanında, yaklaşan bir iflaslar dalgasını görmek için büyük hayal gücüne gerek yok.
Basının gündemi panik satın alma… Ancak gergin tüketiciler, büyük satın almaları öteledi. Kıtlıklar başlayınca tüketim de düşer. Bu karışıklıklar, zaten yavaşlamış Avrupa ekonomilerini durgunluğa sürükleyebilir.
Çin’in talebindeki ani düşüş, mal piyasalarını sarstı. Petrol İhraceden Ülkeler Örgütü OPEC’in fiyat istikrarı sağlamak için petrol üretiminin kısılması konusunda Rusya ile anlaşamaması üzerine Suudi Arabistan strateji değiştirdi ve piyasaları ucuz petrole boğdu; petrol fiyatı tarihinin en düşük seviyelerine çakıldı. Bu durum kısa vadede sanayiler ve tüketiciler için bir kurtuluş, bir can simidi sağlayabilirdi. Ama petrolde fiyat savaşları, tahvil piyasalarındaki durgunluk ve felaketler korkuları, borsaların çökmesine yol açıyor. Sadece bütün merkez bankalarının kapsamlı ve etkili müdahalesi bir mali krizin şimdilik önüne geçebildi.
Ekonomik mücadele
Bazı ülkeler, özellikle Almanya, muhtemel ekonomik krizin etkisini azaltacak kapsamlı paketler uyguladı. Başlangıçtaki ikirciklenmeden sonra ABD de, helikopter paranın denenmemiş bir şekilde yayılması dahil kapsayıcı iktisadi uyarıcılar planlıyor. Bu ve başka potansiyel acil önlemlerin iktisadi çöküşü durdurmaya yetip yetmeyeceği, krizin sistemi ne kadar derinden hırpalayacağına bağlı. Geçmiş salgınlarda kısa, keskin bir düşüşten sonra ekonomi genellikle hızla büyümeye yönelmişti. Korona krizinden sonra da böyle olup olmayacağı ise başta salgının ne kadar süreceği olmak üzere pek çok etmene bağlı…
Ancak asıl büyük kaygı, endişe veren uzun vadeli eğilimleri hızlandıran, zaten hasta durumdaki mali sistemde hareket halindeki şok dalgaları üzerinde yoğunlaşıyor. Çin’de gölge bankalar, emlak şirketleri, kamu şirketleri, hatta eyaletler, borç yükü altında zorlanıyor. Avrupa bankaları önceki (2008) mali krizden henüz kurtulmuş değil. İtalya’daki ekonomik çöküş, her yeri alevler içinde bırakacak bir avro krizine yol açabilir. Yatırımcıların güvenilir bulmadıkları için devlet tahvillerinden uzak durmaları, bu kağıttan kaplanların yıkılacağından duyulan büyük korkunun göstergesi… Korona krizi, uluslararası bir mali krizle sonuçlanacak bir zincirleme reaksiyonu harekete geçirebilir.
Ancak 2008 mali krizinden farklı olarak, bu defa merkez bankaları günü kurtarma konumunda değil. Bugün bütün büyük ekonomilerde faiz oranları tarihin en düşük noktasında… ABD Merkez Bankası bu nedenle repo işlemleri yoluyla piyasalara doğrudan likidite sağlamaya başladı. Avrupa Merkez Bankasının yeni Başkanı Christine Lagarde, önce Avrupa krizi ile mücadelede tökezledi, böylece avro ülkelerinin dayanışmasına karşı spekülasyonu provoke etti. Ancak, eşgüdümlü müdahale yoluyla, bütün büyük merkez bankaları şu anda, piyasalardaki paniğe karşı tavır alma kararlılığı sergiliyor. Ama can alıcı soru, Korona krizinin para politikası araçlarıyla aşılıp aşılamayacağı… Bu ise çok büyük ölçüde krizin doğasına bağlı…
Demokrasiler artık vermek, dağıtmak zorunda
Çünkü kriz artık kesinlikle ekonomi ile sınırlı değil. Devletlerin, vatandaşlarının “hayatta kalmasını sağlama yeteneği” de sınavda…
Avrasya’nın otoriter rejimlerinde ana konu olan iktidar talebi, “ben sizi korurum” temel vaadine dayanan güçlü (tek) adamın meşruiyetidir. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping bunu görmüştür; ne pahasına olursa olsun virüsün yayılmasına karşı katı, hoşgörüsüz önlemler alıyor. Ancak Jinping’in Tayland, Filipinler ve Brezilya’daki benzerleri, hastalığın kontrolüne daha yumuşak yaklaştı ve şimdi kendi destekçileriyle huruç harekâtı yapıyor. Kendi seçmenlerinin gözünde Donald Trump’ın Amerikalıları dış tehditlerden koruma şeklindeki temel vaadini tutması, yaklaşan seçimlerin sonuçları üzerinde nihai bir etki yaratabilir.
Dünya çapındaki hastalık salgını, küresel eşgüdümlü bir mücadele gerektiğini haykırıyor. Ama şu ana kadar her ülke kendi çabalarını tek başına uyguladı. Herkes kendi bacağından asıldı.
Korona krizi bir yandan hükümetlerdeki popülistleri (halk avcılarını) uykudan uyandırabilir, ama öte yandan bu muhaliflerinin tam da beklediği şey olabilir. Birçok vatandaşın gözünde demokratik devletler 2008 ve 2015 krizlerinde kontrolü zaten kaybetti. Kemer sıkma politikalarının ve sağlık sigortası sistemlerinin kayıtsız şartsız en düşük düzeye indiği onlarca yıllık dönem, devlet yapılarının altını oydu. Birçok insan ülkelerinin büyük krizlerle başa çıkıp çıkamayacağı kaygısını yaşadı. Birçok ülkede halkın ruh hali, paranın, malın ve insanların serbest dolaşımına karşı tepkiye dönüştü.
Birçok İtalyan, uzun süredir küreselleşmenin ve avro sisteminin kaybedenleri olma korkusunu yaşıyor. Şimdi sıra acil önlemler, ekonomik şok ve hala yeni mülteci krizinde… “Açık sınırlar, tehlikeli yabancılar, yolsuzluğa bulanmış elitler ve savunmasız devletler”den oluşan zehirli bir kokteylin nasıl kullanacağını bilen tek kişi, Lombardiya’lı sağ popülist Matteo Salvini değil. Hiç kuşkusuz, Batı Avrupa’nın liberal demokrasileri mikroskop lamında… Sağcı popülist ayaklanmanın ortasında demokratlar, tüm yurttaşların yaşamını koruyabileceklerini ve koruyacaklarını kanıtlamalı…
İyi ama bireysel özgürlükler ne kadar kısıtlanabilir? Olağanüstü hal ne kadar sürebilir? Batı toplumları Çin’dekine benzer sert tedbirlere ne kadar katlanabilir? Onlar da Doğu Asyalılar gibi toplu, kamusal tedbirlere bireysel olandan fazla öncelik vermeli midir? Yurttaşlar “sosyal mesafe” uyarılarına uymazsa hastalığın yayılma oranı nasıl yavaşlatılabilir?
VE NİHAYET, YAPABİLECEĞİMİZ TEK ŞEYİN KENDİMİZİ İZOLE ETMEK OLDUĞU BİR ORTAMDA BAŞKALARIYLA DAYANIŞMA HALİNDE OLMANIN ANLAMI NEDİR?
Her ülke, her ulus kendisiyle baş başa… Olmalı mı?
Uluslararası bir salgın hastalık, uluslararası mücadele için haykırıyor. Ama şu ana kadar her ülke tek başına çabalamakta. Avrupa’da bile dayanışma yeterli değil. Avro krizi, mülteci krizinde olduğu gibi özellikle İtalya, ortaklarının kendisini yüzüstü bıraktığını hissediyor. Çin, Avrupa dayanışmasının yetersizliğinden akıllıca avantaj sağladı, bir tür düşman kardeşi olan İtalya’ya sağlık malzemesi dolu bir uçak gönderdi. Bu esnada Berlin, koronavirüs ve mülteci krizlerinin ikili jeopolitik boyutlarını fark ederek, Avrupa’yı bölmek isteyen dış güçlerin girişimlerinden kaygılanmaya başladı. Sağlık koruma malzemesi ihracatının yasaklanması yine kolaylaştı ve İtalya’ya acil yardım olarak bir milyon maske temin edildi. Daha önemlisi, Avrupa İstikrar Antlaşması, İtalya’ya ekonomisini kurtarması için yeterince mali kaynak sağlanması projesini askıya aldı.
Kriz, zaten ağır yük altında olan transatlantik işbirliği için de bir başka stres testi. Başkan Trump’ın ABD’yi Avrupalı müttefiklerinden, onlarla müzakere etmeden izole etme kararı, çok açık bir mesajdı. Amerika’nın, aşının tamamen Amerika’ya tahsis edilmesi amacıyla Tübingen merkezli bir şirket olan CureVac’ı ele geçirme girişimi, Berlin’le zaten kızışmış olan tartışmayı daha da büyüttü. Krizle eşgüdümlü mücadele bu koşullarda hiç de kolay değil. Batıda bu günlerin atasözü şu: “her koyun kendi bacağından asılır…”
Büyük güçler arasındaki uluslararası ölçekte çatışmalar, anlaşmazlıklar, krizleri daha da körüklüyor. Özellikle petrol fiyatı savaşı jeo ekonomik güdülerle başladı. Suudi Arabistan ve Rusya arasındaki anlaşmazlık, OPEC (Petrol Üreten Ülkeler Örgütü) kartelinin ömrü, bekası hakkında soru işaretleri yarattı. Petrol fiyatındaki bu tarihi düşüşten nihai olarak en çok zarar görecek olan, ağır borç yükü altında olan Amerikan kaya petrolü sanayi olabilir. Dolayısıyla petrol pompalarındaki ucuz fiyatlar, ABD başkanının vaad ettiği gibi gerçekten bir lütuf veya şanssa, bu söz konusu yıpratma savaşına kimin en uzun süre dayanabileceğine bağlı. Her hal ve şartta Rusya ve Suudi Arabistan’ın, ekonomisini borçla finanse eden rakipleri Amerika’yı yere sermekte hayati çıkarı var.
Petrol fiyatı savaşının sonucu ne olursa olsun, petrol piyasalarındaki güç dengesi yeniden düzenlenecek. Onlarca yıldır coşkuyla sürdürülen “yüksek petrol” tartışması da ilginç bir dönüşümle sonuçlanabilir. Bu, nihai olarak fosil yakıtlar arzında petrol endüstrisinin çöküşünü noktalayacak bir azalma anlamına gelmeyebilir. Ama pekâlâ bugünkü geçici düşük fiyatlarla, kalan rezervlerin daha fazla ekonomik olarak işletilemeyeceği demek olabilir. Jeo ekonomik bir çatışma, tesadüfen fosil çağının sonunun habercisi olabilir mi?
Kriz, ABD-Çin arasındaki egemenlik çatışmasını da körüklüyor. Bir süredir, Washington’da Amerikan ekonomisini Çin ekonomisinden koparmak, böylece Pekin’i kendi parası ve teknolojisi ile destekleyerek küresel üstünlük yarışında bir rakibi güçlendirmemek konusunda iki partili (Demokratlar-Cumhuriyetçiler) bir konsensüs var. Küresel şirketler tedarik zincirlerini bir gecede yeniden kurmak, oluşturmak ihtiyacındalar. Mevcut kriz bitince bütün bu şirketler Çine geri mi dönecek? Öyleyse şirket yöneticileri Washington’dan gelen jeopolitik yürüyüş emirlerini gönül rızasıyla görmezden gelip gelemeyeceklerini iki kez düşünmek zorunda kalacak.
Avrupa şirketleri krizden sonra, Çin’in tedarik zincirlerine aşırı bağımlılığın bedeli tamamen ortaya çıkınca, kendilerini nasıl yeniden konumlandıracak? Çin şirketi Huawei’nin Avrupa 5G altyapısından dışlanıp dışlanmayacağı tartışmalarında Avrupalılar, Amerika baskısının ne kadar büyük olabileceğini zaten gördüler. Öyleyse korona krizi bir süredir devam etmekte olan bir gelişmeyi hızlandırabilir: küreselleşmenin sona erişi yahut küreselleşmenin tersine dönmesi, bir başka ifadeyle yeniden ulus devlete dönüş.
Neoliberalizm çağı bir gecede sona yaklaşıyor
Birdenbire her şey hızla oluşmaya başlıyor. Birkaç saat içinde piyasalara, Demokrat Parti’nin aday adayı Barnie Sanders’in “radikal” vaatlerini bir bakıma “cep harçlığına” dönüştürüveren çok büyük miktarlar pompalanıyor. Dün genç sosyalist Kevin Kühnert’in entelektüel düşünceleriyle kızışmış olan Alman politikacılar, bugün ciddi ciddi şirketlerin kamulaştırılmasını düşünüyor. İklim tartışmalarında çocukların saf rüyaları olarak itilip kakılan noktalar şimdi hazin bir gerçek haline geldi: dünyanın hava trafiği bir durgunluk dönemine giriyor. Mülteci krizinde kapatılamayacağı öne sürülen sınırlar, şimdi gerçekten kapandı. Ve bu arada, muhafazakâr Bavyera valisi Markus Söder, “sorunları anlatmayı değil Almanların ihtiyaçlarını dikkate alacağız” diyerek, adeta bir Alman fetişi olan dengeli bütçe uygulamasından vaz geçti.
Piyasa çıkarlarının bütün diğer toplumsal çıkarların üzerinde olması anlamındaki neoliberalizm çağı, bir sona doğru gidiyor. Kuşkusuz bütün bu önlemler acil durumun gerektiği önlemler. Ancak yurttaşlar, kendilerine yine hemen “başka seçenek yok” denmeye kalkışıldığında bunları hatırlayacak. Krizle birlikte, uzun süredir işlevsiz, hareketsiz olan siyaset dünyası artık harekete geçirildi. Neoliberalizmin devlet hakkındaki 40 yıllık şüpheciliği, itibarsızlaştırması yüzünden uzun zamandır unutulmuş bir gerçek yeniden gün ışığına çıkıyor: ulus devletler hala devasa bir yaratıcı güce sahiptir; yeter ki bu gücü kullanmak istesinler.
Korona krizi muazzam test alanları yarattı. Milyonlarca insan günlük yaşamlarını yeniden düzenlemenin yeni yollarını arıyor, deniyor.
Tıpkı bir sahne projektörü gibi korona krizi de zamanımızın jeopolitik, ekonomik, ideolojik ve kültürel fay hatlarını aydınlatıyor. Sütundaki bu çatlak, yeni bir dönemi yaratan bir kırılma olabilir mi? Bu hızlı, yoğun, turbo küreselleşme, büyük ekonomik blokların birbirinden kopmasıyla sonuçlanır mı? Petrol fiyatı savaşları, endüstrisinde fosil yakıt enerjisi kullanan ekonomilerin sonunu mu getiriyor? Küresel finans sistemi yeni bir rejime mi dönüşüyor? Sistem garantörünün sopası ABD’den Çin’e mi gidiyor, yoksa çok kutuplu dünyanın yeniden oluşumuna mı tanık oluyoruz?
Kesin olan, Koronavirüs’ün çok uzun zamandır saklı tutulan birçok eğilimin yeniden ortaya çıkmasına yol açabileceğidir. Bu gelişmelerin hepsi nefes kesici bir hızla karşılıklı olarak birbirini etkiliyor. Bu karmaşa, bu belirsizlik, bu güçlük ise bu krizin 2008 durgunluğundan daha derin olacağını akla getiriyor. Salgın, bir küresel sistem krizinin barut fıçısı üzerinde yanmakta olan fitili olabilir.
Geleceğe bakan pencere sonuna kadar açık
Korona krizi, çok büyük miktarda saha testine imkân sağladı. Milyonlarca insan günlük hayatlarını yeni yöntemlerle düzenleme deneyimi yaşıyor. İş seyahatleri yapanlar uçuşları bırakıp video konferanslara geçiyor. Üniversite hocalara internet üzerinden webinar dersler yapıyor. Çalışanlar evlerinden çalışıyor. Bazıları eski hallerine dönecek Ama şimdi birçoğu kişisel deneyimleriyle yeni tarzın sadece iş hayatını değil çevre, aile, dostluk ilişkilerini de, hatta daha çok etkileyeceğini biliyor. Bu karışıklık, huzursuzluk, duraklama dönemini, bu ani yavaşlama sürecini, iklim değişikliğiyle mücadelede uzun vadeli davranış değişikliği oluşturmak için kullanmak gerek.
İngiliz gazeteci Jeremy Warner, krizin neoliberal görünümünü alaycı bir şekilde şöyle özetliyor: “Tamamen tarafsız bir ekonomik perspektifle COVID-19, bakıma muhtaç yaşlıları aşırı bir şekilde tasfiye ederek uzun vadede biraz yararlı bile olabilir (tut kıs kıs kıs!)”
Hükümetlerinin sergilediği dayanışma yetersizliğin tamamen tersine halk, komşularıyla, çalışma arkadaşlarıyla, arkadaş çevreleriyle bir dayanışma dalgası yaşıyor. Kapitalist makine, yaşlı ve hastaları korumak için en son ne zaman durmuştu? Bu dayanışma tecrübesi üzerine toplumun bütününün yeniden ve daha çok kaynaştığı bir yapı inşa edilebilir. Krizi hep birlikte aşmayı başarırsak, yeni bir dönemin şafağında bir sembol yaratıyoruz demektir: Birlik olan bir toplum, her türlü tehdide ve tehlikeye karşı durabilir
Ancak krizle mücadelenin tehlikeleri de var. Bütün dünyada sınırlar kapatıldı, vizeler iptal edildi, yabancıların girişi yasaklandı. Sanayi robotları için verilen rekor sipariş sayıları, krizin yaratacağı çöküntüyü, üretim zincirlerinin büyük bir otomasyona doğru kesin ve kararlı bir adım atarak daha esnek hale getirileceğini işaret ediyor. Her iki eğilim, işsizlik spiralinin, sosyal dışlanma korkusunun, göçmenlerin kızgınlığının, liberal “müesses nizama” karşı siyasi kalkışmaların artacağı tehdidi demek…
Liberal iktisatçı Philippe Legrain haklı olarak uyarıyor: “Koronovirüs krizi, yerelci milliyetçiler ve korumacılar için bir siyasi hediye… Yabancıların bir tehdit olduğu algısını yükseltti. Krizdeki ülkelerin her zaman komşularına ve yakın müttefiklerine yardım hesabı yapamayacağının altını çizdi.”
Krizi yorumlama hakkını sağcı popülistlere bırakmamak gerek. Küresel tehditlere verilecek karşılık izolasyon ve ulusal bencillik değil, dayanışma ve uluslararası işbirliği olmalıdır. 2008 mali krizinin tersine ilericiler, ne olup bittiğini yorumlama ve ne yapılması gerektiği konusunda tartışmalarla mücadelenin yine kaybedilmesine yol açmamalıdır. Önümüzdeki haftalar boyunca yeni dünya düzeninin, zemin etütleri yapılacak. Bu yeni düzenin neye benzeyeceği tartışmalarını bizim belirleyeceğimizden emin olmalı, başkalarının emin olmasını da sağlamalıyız.
Daha güçlü bir demokratik devlet doğabilir
Birçok insan, özellikle gençler ilk defa bir ulusal olağanüstü hal yaşıyor. Özgürlükleri, birkaç gün içinde tahammül edemeyecekleri bir boyutta sınırlandı. Sadece Çin’de değil, orta Avrupa’da da teknolojiler büyük ölçüde yurttaşların davranışlarını izlemek ve düzenlemek için kullanılıyor. “Terörle mücadele”nin bize öğrettiği üzere, bugün yasalaşan olağanüstü hal düzenlemelerinin birçoğu kriz sona erdikten sonra da yürürlükte kalmaya devam edecek. İnsanın olağanüstü halin normalleşmesinin arkasındaki, kapitalizm belası için bireyleri uysallaştırmak olan gizli gündemi önceden anlamış, biliyor olması gerekmez. Ancak, temel haklarımızı kalıcı olarak aşındırılmaktan korumamız gerekir.
Stavoj Zizek, halkın, haklı olarak sorumluluğun devlete gücüne ait olduğunu düşünmesi gerektiğini hatırlatırken yerden göğe kadar haklıdır: “güç senin elinde. Şimdi ne yapabileceğini göster. Avrupa’nın zorlu işi, Çin’in yaptığının daha demokratik ve şeffaf bir şekilde yapılabileceğini göstermektir.”
Doğu Asya demokrasileri Güney Kore, Tayvan, Japonya, şu ana kadar yurttaşlarının özgürlüklerini anlamsızca ve aşırı kısıtlamadan bunun nasıl yapılacağını etkileyici bir şekilde sergiledi. Bu ülkelerin yaklaşımı, Çin’in zalim yöntemlerinden ziyade Batı demokrasileriyle benzerlik gösteriyor. Başarılı kriz yönetimi, demokratik devlete olan güveni de güçlendirecek. Bir krizde, insanlar işinin ehli, çok çalışan ve koruyucu hükümetler etrafında birleşmek eğilimindedir.
Sert kemer sıkma programlarının sağlık hizmetleri sistemini çırıl çıplak bırakacak kadar gerilettiği yıllardan sonra şimdi çok sayıda hasta insanla başa çıkabilmek için her türlü çabanın gösterilmesi gerekir. Belediye kliniklerinin kapanması, hasta bakım personelinin malzemelerinin kronik yetersizliği, teknik malzemenin acınacak durumu, şimdi acısını çıkarıyor. Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinden vazgeçilmesine yönelik ender talepler, şimdi büyük kamuoyu desteği topluyor. Kriz sırasında İspanya, bütün özel klinik ve özel sağlık hizmetlerini hızla kamulaştırdı. Fransa’da Cumhurbaşkanı, neoliberal özelleştirmenin mantığını açıkça sorguladı ve rotayı değiştirme sözü verdi. Almanya’da da, toplumsal yaşamı piyasanın diktelerine tabi kılmanın gerçekten akıllıca olup olmadı üzerinde tartışmalar başladı. Gelecekte, kamu hizmetlerinde artık bireyin kar hırsı değil, kamu yararı temel amaç olmalı.
Kamu hizmetlerinin yeniden yapılandırılması, milyarların emrinde olacak yatırımları gerektirir. Şansölye Merkel, “bizim sorunumuz, yıl sonunda bütçe dengesinin ne durumda olacağı değil” sözleriyle anayasal borç sınırlamasının böylesi istisnai durumlarda uygulanmayacağını onayladı. Alman hükümeti mevcut durumda ekonomi için, küçük ölçekli kendi hesabına çalışandan, serbest çalışanlardan büyük şirketlere kadar herkesi kapsayacak, bugüne kadar görülmemiş bir kurtarma şemsiyesi açıyor. Federal Maliye Bakanı Scholz “mümkün olan her şeyi” yapacakları güvencesini veriyor. Federal Ekonomi Bakanı Altmaier ise sağlanacak güvencelerin çerçevesinin, toplam yarım trilyon avro olacağını, bunun da sadece başlangıç olduğunu belirtiyor.
Böylece, krizde artık hepimiz yine Keynes’çiyiz. 2008 ekonomik durgunluğundan farklı olarak, krizden sonra kemer sıkma politikalarına dönmemek gerek. Onlarca yıl süren kemer sıkma, dolayısıyla yoksullaştırma politikalarından sonra, birçok hizmet ortadan kalktı veya son derece bitkin: sağlık ve eğitim, yerel yönetim, ulaşım alt yapısı, Alman silahlı kuvvetleri ve polis… Kontrolü kaybetme konusundaki yaygın korkularına karşı koymak, ekonomiyi ve toplumu dijital devrime hazırlamak, nihayet en önemlisi, iklim değişikliğiyle mücadele için görülmemiş miktarlarda yatırım gereklidir.
Bizi krizlerden sosyal demokrasi koruyabilir
Küresel kriz, hiper küreselleşmenin bizi ne kadar kırılgan hale getirdiği konusundaki bilinç düzeyimizi yükseltti. Küresel bir ağ halinde işleyen dünyada salgınlar sınırları çok büyük bir hızla aşabiliyor, aşıyor. Küresel tedarik zincirleri ise tamamen ve büyük bir hızla kırılıyor. Finans piyasaları kırılgan… Sağcı popülistler sınırları kapatmak ve kendilerini dünyadan soyutlamak istiyor. Ancak bu, salgınlara, savaşlara, göçlere, ticaret ve iklim değişikliğine karşı küresel mücadelede yanlış cevap… Bunun yerine, bu krizlerin kökünü, temel nedenini bulmak olmalı asıl amaç. Bunun için de uluslar arası ekonominin daha esnek bir temele oturtulması gerek.
Korona krizi sonrasında, uluslararası tedarik zincirleri zaten yeniden örgütlenecek. Mesela yakın mesafeli tedarik zincirleri, Meksika’da ve Doğu Avrupa’daki Avrupa tesislerinde daha bir istikrar sağladı. Teknolojik olarak Avrupa yine egemen, hükümran olmalı… Bunu sağlamak için de araştırma-geliştirme (ar-ge) alanında çok daha fazla işbirliğine ihtiyaç var. Ancak bir dantel yumağı kadar iç içelik halindeki uluslararası mali sistem acil olarak yeniden örgütlenmek, düzenlenmek durumunda… On yıldan fazla bir süredir, merkez bankaları para politikaları aracılığıyla deflasyon (fiyatlar düşerken para değerinin yükselmesi, ç.n.) eğilimlerine karşı koyamadı. Kriz sırasında ise hükümetler genişlemeci mali politikalarla bir kenara çekildi. Siyasi olarak bunun anlamı, parlamentarizmin kurucu mantığına, “temsil edilmeyenden vergi alınmaz” ilkesine geri dönüştür. Bir başka ifadeyle, mali sistemlerin yeniden demokratik kontrol altına alınması gerekir.
Aşırı karşılıklı bağımlılık da (interdependence) çatışmalar yaratıyor. Bu çatışmalar, uluslararası normlar ve çok taraflı işbirliğiyle yatıştırılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün başarılı kriz yönetimi, salgınla mücadelede çok taraflı, uluslararası işbirliğinin etkinliğini göstermiştir. Ancak, 2008 mali krizinin tersine bu defa en büyük 20 ekonomiden işbirliği yönünde bir karşılık gelmemiştir. Büyük güçlerin jeopolitik rekabeti bir yandan, sağcı popülistlerin izolasyon ısrarları öte yandan, daha geniş çaplı bir uluslararası işbirliğinin önünü kesmektedir. Çok taraflı bir “yönetişimin” mevcut unsurlarının, somut katkılarla güçlendirilmesi gerekir. Bu da Dünya Sağlık Örgütünün mali açıdan sağlam bir şekilde daha fazla desteklenmesi ve ekonomik kriz yönetiminin bir G20 zirvesinde devam ettirilmesiyle sağlanabilir. Çoktaraflılar İttifakı da kendi katma değerini burada kanıtlayabilir.
Kriz, insanlara statükonun devam edemeyeceğini sert ve çok etkileyici bir şekilde göstermiştir. Ekonomik faaliyetlerimizin ve kolektif yaşamımızın kökten yeniden düzenlenmesi arzusu hiç bu kadar büyük ve güçlü olmamıştı. Öte yandan, varoluşsal tehlikeler, demokrasi ve özgürlükleri orantısız bir şekilde sınırlandırmaksızın atlatılmalıdır. Hangi siyasi güç bunu başarmak için zorunlu sosyal uzlaşmayı tartışmaya kalkabilir? Amerikalı siyaset bilimci Sheri Berman kaygılı bir soru atıyor ortaya: “Sosyal demokratlar dünyayı yeniden kurtarabilir mi? Bekleyip görelim…